Gökkuşağının altından geçerken...

Gökkuşağının altından geçerken...

27 Haziran 2010 Pazar

BAYAT SÖZLÜK MÜ GRAND LAROUSSE MU?

BAYAT SÖZLÜK MÜ GRAND LAROUSSE MU?
13:20 27 Haziran 2010

Ece Dorsay
ecedorsay@yahoo.com


Sözlük konusunu tozlanmış raflara kaldırmıştım ki gazetenin dosya konusu olduğunu öğrendiğimde bir kelam etmeliyim diye düşündüm. Sözlük nedir? Aslında sözlük bilgi verme aracıdır. Tozlu sayfalara bakarak bir kelimenin manasını veya o kelime hakkındaki yan bilgileri aldığımız sahiden kutsal bir bilgi kaynağıdır. Kutsaldır çünkü insanlara bilgi verir, yol gösterir.
Modern çağda artık postmodern sözlükler var. Wikipedia bunlardan biri. Sunduğu hizmetle aslında çok büyük bir iş başarıyor ama Türkiye kolu için aynı şeyi henüz söylemek güç. Türk Wikipedia’sı halen isteyenin kulaktan dolma bilgi yazabildiği ve bazı bilgilerin hesapsızca silinebildiği tuhaf bir bölge. Batıdaki Wikipedia ciddiyetine henüz sahip değil. Her şeye rağmen güzel bir oluşum.
Geriye kalan sözlük türü ise en revaçta olan tür. Ben bu türe sözlük değil dedikodu veya magazin veyahut çemkirme bölgesi diyorum kısaca. Sözlük kelimesini lekeliyor çünkü bu tür yerler. İftira ve öfke yuvası yerler. Tamam böyle yerler madem olmalı o zaman ismi sözlük olmasın. Mesela alternatif isimler neler olabilir? Forum olabilir. Tartışma bölgesi olabilir.
Dövüş kulübü olabilir farz-ı mahal ama sözlük olamaz. Ergen yaşta bir çocuğun bu sitelere üye olup sözlük kelimesinin anlamını karıştırdığını düşünsenize. Sözlüğü forumla karıştırması gayet muhtemel. Kısacası artık hiçbir kutsallığı kalmayan ve ironik olma adına kendini anarşist zanneden ama kuru gürültü yapmaktan başka bir işe yaramayanların sanal mekânı oldu ekşi sözlük. Dava açtırabilecek kadar ağır ve fiziksel hakaretlere maruz kalmadım değil, ki orada sanat ve müzik adına kelime okumadım. Tamamen yıkıcı eleştirilere maruz kaldım ki eleştiri demek de yanlış çünkü eleştiri etraflıca yapılan bir incelemedir. Sanatsal kalitesi ve boyutu vardır. Örneğin “gitar sound’u” eleştirilebilir veya sanatçının anlatmak istediğiyle vermek istediği mesaj arasındaki köprü eleştirilebilir farz-ı mahal. Kısacası eleştiri, yapıcıdır, sanatçıyı daha iyi bir yola sevketmek için yapılır. Bizdeki sözlüklerin tek amacı her şeyle makara geçmek, eğlenmek, öfke kusmak, komplekslerin hırsını başarılı adledilenlerden almak. Popüler kültürün bir parçasıyken ve tamamen popüler kültürden beslenirken popüler kültüre tu kaka yapmak sanırım en büyük tezatları.
Bu tür web sitelerin heyecan verici olmaları için, oldukça birikimli insanların yine ironiye başvurarak ama yıkıcı olmadan daha derin yorumlar yazabilmesi gerekiyor kanımca. Çok daha ince noktalardan olayları yakalayabilen, az biraz daha felsefik ve psikolojik hatta sosyolojik değerlendirmelerin yardımıyla, öfkeden arınarak hafif mizahla yazılan cümleler gerekiyor. Ana avrat düz gitmek ve saydırmaktan pek de öteye gitmiyor bu siteler. Aralarda daha zekice yorumlarla da karşılaşıyoruz ama onlar arada kaynıyor. Bu görüş bana özel değil çünkü etrafımdaki çoğu insanın benimle aynı düşünceleri paylaştığına tanık oldum.
Belki heyecan verici olan sözlük çeşitleri daha devrimci olanlar: feminist sözlük, gay sözlük, kadın sözlüğü, rock sözlüğü gibi daha konsepti olan sözlük çeşitleri… Bu tür sözlükler çoğalırsa, çemkirmekten başka bir amacı olmayan sözlükler sakinleşir. Çemkirmek kelimesini Okan Bayülgen’den duydum ve kelimenin tınısı bile zaten uyandırdığı hislerle durumu özetlemeye yetiyor. Aslında sözlüğün reklamını yapan televizyon showman’lerimiz daha muhalif sözlükleri tanıtırsa güzel olur ama bu tür sözlüklerin çoğalması gerekebilir haliyle.
Feminist sözlük, gökkuşağı sözlüğü, rock sözlüğü gibi hedefi olan oluşumlar öneriyorum. Amaçsız bir öfke bir yere varamaz çünkü. Duruşu olan bir oluşum ise çok daha üretken olabilir ve normları yıkabilir.

22 Haziran 2010 Salı

KİŞİLİĞİ OLAN GİTARLAR

KİŞİLİĞİ OLAN GİTARLAR
13:37 20 Haziran 2010

Ece Dorsay
ecedorsay@yahoo.com


Her gitarın farklı bir kişiliği var. Uzun süre farklı gitarları denemiş insanlar bilirler bunu… Hobi olarak çalanlar dahi bilebilirler. Elbette her gitar ile yaratıcılık dahilinde her tür çalınabilir. Bunda bir sınırlama yok ama yine de her gitarın ağırlığını koyduğu alanlar yok da değil. Bir Stratocaster size blues ruhunu verebilir. Bir Jazzmaster ile surf müzikten nağmeler veya alternatif sesler arayabilirsiniz. Gibson Les Paul ile etli butlu distorsion soundları bularak klasik rock çalabilirsiniz veya clean tonuyla koyu caz rifflerine yelken açabilirsiniz.
Bir Telecaster ile funk veya country müziğin uzun seslerine ve akorlarına doğru yol almak muhtemeldir. Her tür clean ritm için de uygundur. V şeklindeki Gibson’lar ile yine alternatif sularda gezinilebilir. Bu modern görüntüsüne rağmen eski bir gitardır. Kısaca retro diyebiliriz.
Godin gibi gitarlar her ortamda temiz ses çıkartır ama kişilikli gitar arıyorsanız pek tavsiye edilmez çünkü rock tarihini özetleyen gitarlar genelde Fender serileridir. İsmi daha az duyulmuş G&L markası aslında Fender’i üreten Leo Fender ve George Fullerton’un daha geliştirdikleri bir Fender’dir. Bunu pek az kişi bilir ve o yüzden fiyatı çok uygun olan ve tonal paleti çok geniş olan bu enfes gitarı gözden kaçırırlar.
Bazen soruyorlar “niye bu kadar çok sayıda gitarınız var” diye. “Niye 5 tane” diyorlar misal. Anlatıyorum kısaca. Biri misina telli yani klasik gitar. Sahne için ince kasa üretilmiş ama diyorum. Diğeri bas gitar yani 4 telli. Bir diğeri 6 telli elektrik gitar. En sevdiğim ise akustik gitar. Amplisiz dahi çalınabilen, çelik telli bir gitar. Hepsinin görevi ve sound’u farklı diyorum. Tabii bunları anlatırken konu dağılıyor çünkü detayları sevmiyor insanlar.
Ancak bir müzisyen heyecanlanıyor bunları anlatırken veya müzisyen olmak isteyen biri…
İkinci albümüm Kırmızı Karanlık’ta akustik gitar, bas gitar, aranjmanlar, sözler ve besteler, vokallar, geri vokaller, tüm bunların çoğunu üstlenmiş olmak ve albümün prodüktörü artı sanat yönetmeni olmak her şeyin daha da içime sinmesini sağladı. Kişilikli bir albüm oldu. İlk albümüm Kum Saati de konsept albümüydü ve 22 yaşımda kaydedilmiş olmasına rağmen çok kaliteli bir sound elde etmiştik. Yeni albümümdeki fark, aranjmanların yüzde yüz içime sinmesi ve sözlerin çok daha olgun olması oldu. Aslında Kum Saati albümünde de çok olgun parçalar olduğunu düşünüyorum hatta gün geçtikçe anlam kazanan derinlikte parçalar var.
Gitarlardan bahsederken hayatımdaki etkilerini anlatmak istedim belki de… Elimden çok gitar geçti çünkü daha iyilerini alabilmek için alt modelleri satmak zorunda kaldım. Yine de hepsinin bir tarihi oldu hayatımda. İlk elektrik gitarım olan kırmızı Squier ile başlayan maceram belki de daha evveli olan abimin klasik gitarına dayanıyor. Maxtone marka klasik gitar halen evde duruyor. İçine uçlu kurşun kalemle 1994 yazmışım. Sonra ilk stadyum konseri olan Bryan Adams’ı 1992’de izleyip kartondan elektrik gitar yapmıştım kocaman… Daha sonra liseye başlarken sanırım Squier gitarı ve aynı marka ampliyi almıştık. Sonra geldi Epiphone’lar gitti Steinberg bas gitarlar… Şu an elimde kalanlar en güzel ve tarihi gitarlar… Bunları alabilmek için bazısını sattım ama ilkleri hep sakladım. Maxtone ve Squier gitarlarım halen duruyor…Asla satmam onları… İlk aşkını unutur mu insan?

13 Haziran 2010 Pazar

TARTIŞILMASI BİTMEYEN DİZİ-FİLM SERİSİ : SEKS VE ŞEHİR

TARTIŞILMASI BİTMEYEN DİZİ-FİLM SERİSİ : SEKS VE ŞEHİR
13:35 13 Haziran 2010

Ece Dorsay

ecedorsay@yahoo.com

1998’den 2000’li yılların ortalarına kadar yayında kalan ve bizde de 2000’li yıllarda sürekli yayınlanan ‘Sex and The City’ yani ‘Seks ve Şehir’ adlı dizi çok tartışma yarattı. İkinci filmi Cuma günü sinemalarda gösterime girdi. Bir yandan koyu fanatikleri de oldu bu dizinin ve daha sonra çekilen filmin. Ben hangi taraftayım diye soracak olana şunu söyleyebilirim: Her ne kadar materyalizmin dibine vurmuş ve ilk bakışta sığ görünen bir dizi de olsa, takip etmeye başlayınca kendinizden ve şehir hayatının yalnızlığından parçalar bulabildiğiniz, güzel cümleleri mizahla karışık verebilen bir dizi. Cesur bir kadın köşe yazarı var dizinin başrolünde. New York’un Ayşe Arman’ı misal… Öyle bir benzetme yapabiliriz biraz anlatabilmek adına… Ama dizideki fark ve belki de itici gelebilen yön, aşkı yıldırım hızıyla tüketen ve beri yandan moda delisi bir kadının başrolde olup arkadaşlarıyla sürekli cinsellik konuşması. Aslında sorun cinselliği açıkça konuşabilmesi değil bence. Kadınlara cesaret verişiyle bu yönü çok güzel bana sorarsanız. Cinselliğe mizahla yaklaşabilmesi de dizinin en eğlenceli yönlerinden biri belki. Ama bazen çok sığ ve belden aşağı esprilerin fazlalığı ile cinselliği bir paylaşımdan ziyade bir skora dönüştüren ve böyle yaparak erkek egemen kodları yıktığını zannederken aslında tekrar eden bir hatası var senaryo yazarlarının. Porno ve mahalle diyerek dalgamızı geçtiğimiz zamanlarda olmadı değil izlerken.
Dizide en sevdiğim karakter bazen Miranda bazen Samantha. Miranda’nın gayet gerçekçi ve sıkıntılı şehir kadını ruhu biraz daha inandırıcı. Gerçek hayatında yani Cynthia Nixon olarak biraz daha ötekileştirilmiş olduğunu takip edenler bilirler. Aslında gerçek hayatta bu yönüyle Samantha’dan daha marjinal. Samantha’nın ise hayatı yatak skorcusu bir erkek gibi yaşaması belki doksanlı yıllarda belli tabuları yıkmış olabilir ama 2000’li yıllarda artık daha ziyade klişe geliyor tüm bu yaptıkları. Yine de espri anlayışı ve düştüğü komik hatta bazen rezalet denebilecek durumlarla dalga geçebilmesi eğlenceli olmanın yanında içten geliyor bana.
Sonuç olarak bu dizinin ve devamındaki filmlerin birçok genç kadının ve hatta erkeğin, hatta ve hatta marjinal insanın hayatında büyük etki yarattığı su götürmez bir gerçek. Elbette New York’da yaşamıyoruz hatta muhtemelen orada bile hayat bu kadar renkli olamaz ama yine de yarattığı özgürlük hissi ve verdiği mesajlarla çeşitliliğe saygı gösteren bir dizi olduğunu düşünüyorum. Alanis Morissette’in olduğu bölümlerden birinde kendini ve toplumsal cinsiyeti sorgulayan bir Carrie vardı ve ilk bölümlerdeki sığ özgürlük bağrışları biraz olsun mana kazanmıştı. Yaşlandığını kabul eden Carrie aslında seçimlerin yaşla ilgisi olduğunu vurgulayarak biraz da bağnaz gelmişti bana. Belki de senaryo yazarlarının, erkek egemen kodları tekrar ürettiklerini ve bütün kadınların moda aşkına sürekli ayakkabı alan bir tür kapitalizm canavarı olmadıklarını fark etmelerinin zamanı geldi artık.
Eleştirilebilecek binlerce nokta olmasına rağmen dizinin çekici yanlarına da aynayı çevirmek gerekli. Bu dizi özellikle ülkemizde bir kesim şehirli kadının kendiyle yüzleşmesine ve cinselliğiyle barışık olabilmesine sebep olmuştur diye düşünüyorum. Kendiyle ve içine düştüğü komik durumlarla dalga geçebilen ama her zaman dik durabilen bir kadın olarak varolabilmek bu dizinin verdiği en güzel mesajlardan biri. Alışverişi fütursuzca pohpohlarken, dostluğun ve paylaşımın değerini de bir o kadar güçlü ve derin şekilde verebilmiştir.
Kadınlardan biri anne olma kararı alırken veya Charlotte hamile kalamazken, birbirlerine verdikleri destek, Samantha karakterinin dostunun annesinin ölüm haberi karşısında verdiği insancıl tepki (reddetmek ve görmezden gelmek daha sonra gözyaşlarına boğulmak) dizinin takdire değer an’larından. Senelerce bazı bölümlerini çok defa izlemiş biri olarak diyebilirim ki bu dizi sahiden birçoğumuzda anlamlı ve değerli etkiler bıraktı. Artılarının eksilerinden daha fazla olduğunu düşünüyorum.