Gökkuşağının altından geçerken...

Gökkuşağının altından geçerken...

12 Temmuz 2010 Pazartesi

REKLAM MI KLİP Mİ DEVRİM Mİ? SİNEMASKOP RÜYALAR…

REKLAM MI KLİP Mİ DEVRİM Mİ? SİNEMASKOP RÜYALAR…
14:22 04 Temmuz 2010

Ece Dorsay
ecedorsay@yahoo.com

Reklamlar, filmler, diziler, video klipler…Görselliğin had safhada olduğu bir devirde yaşıyoruz. Bir şarkıyı kendi hayalgücümüzle süslemeye yatkın beynimiz ve algılarımız, video klipteki etkiye öyle bir alıştırılmış ki; bazı şarkıların klip ile daha güzel olabileceğine, bazısının da klip ile büyüsünü kaybedebileceğine tanık olmuşuz. Aslında çok yaşanır: Bir şarkıyı en sade şekliyle yansıtan klip vardır. Bir şarkıyı daha da üst perdeye taşıyan ve yükselten klip vardır. Bir de şarkıyı boğan ve büyüsünü bozan, ufkunu daraltan klip vardır. Eski nesil sanırım her klibin şarkıyı boğduğuna inanmakta ısrarcı olabilir. Bizim nesil halen seçici davranarak ortada kalmış haldedir. Yeni nesil yani 90 doğumlular ve onlara yakın 80 sonrası nesil klipsiz şarkı hayal edebilir mi, işte bu soruyu onlara yöneltmek lazım.
İmaj bombardımanının her kareyi boğduğu bu çağda, konsantrasyon yani odaklanma süresi kısalmış, dikkati çabuk dağılan nesiller yetiştiriyoruz belki de istemeden. Bağımsız filmlerin meşhur Alman yönetmeni Wim Wenders der ki; “Fazla görüntü, görüntüyü boğar.” Demek istediği şudur aslında: Bir fotoğraf karesine yani tek bir poza baktığımızda onu uzunca inceleme şansına erişiriz ve binlerce imge yaratır beynimiz. Tek bir kareye bakarken bir sürü detaya ve ışık oyununa odaklanır ve aşina oluruz. O tek karenin içerisindeki sanatsal öğeleri analiz etme ve keyfine varma şansına erişiriz çünkü göze bu zamanı verir fotoğraf. Video ise farklı bir durum. Karelerin ilerleyişinin ağırlığı veya hızına göre gözün ve beynin tepkileri değişir. Hızla geçen karelere akışık bir beyin, ağır tempoda sıkılır, bunalır. Çoğumuzun yaşadığı gibi…
Yalnızca radyoya alışmış bir insan düşünün. Çocukluğumda yaptığım gibi, radyonun başında saatlerce oturup sevdiği şarkıları hayaller kurarak dinleyen bir insanın kafasında yarattığı dünya hiçbir filmle ve kliple kıyaslanamaz. Sinemadan, klipten, reklamdan beslenebilir bir beyin ama kendi hayalgücü ve gece gördüğü rüyalar o kadar kendine özgü ve sıra dışıdır ki hiçbir teknolojinin yeniden yaratamayacağı bir iç dünyaya sahiptir insan beyni.
Görüntü bombardımanı bizi sersemletse de kendi hayalgücümüze yer açmak için bazen ekrandan uzak durmak iyi olabilir. Bazen sinemanın bile insanın biricik yaşam deneyimleri kadar güçlü olmadığına inanırım. En güzel aşk hikâyenizi düşleyin. Kafanızda binlerce anlam yüklediğiniz o kadını veya adamı hayal edin. Aşıkken dünyayı nasıl algıladığınızı hatırlayın. Hiçbir filmin aynı adrenalini yaratmadığını iddia ediyorum. Belki gerçekten aşık olmamışlar veya tutkuyla yaşamamışlar bu inancımı reddedebilirler. Ama sahiden hayalgücü ve rüyalara yürekten inananlar, hiçbir görsel sanatın insan beyninin kalitesine ulaşamayacağını öngörebilir.
Gerçek anlamda ilk profesyonel klibimin heyecanı bana bu yazıyı yazdırdı. Her şey çok tadında oldu kanaatindeyim. Şarkıyı boğmayan ve doğallığından ödün vermemiş bir performans ve araya sıkıştırılmış tatlı bir hikâye. Kalpte yaşanılanlar ve şarkıyı yazdıranlar bambaşka yüzler ve kişilikler olsa da, klibin amacına ulaştığını düşünüyorum çünkü zaten her dinleyen kendi manasını yükleyecek şarkıya. Dolayısıyla klip de şarkıyı boğmayacak şekilde tasarlandı. Görsel sanatlara heyecan duyuyorum, müzik kadar olmasa da…Sebebiyse, çizgi romanlar çizen/üreten bir çocuktum ve karelerin önemini, bir planın ne kadar çok şey anlatabileceğini, polaroid karesinin gücünü daha ufakken sezmiştim. Belçika ekolü çizgi romanlarimı karıştırırken de bu işin ciddiyetinin, sanatsallığının farkındaydım.
Ama görsel sanatlarda bile, kalemin kağıda değdiği üretimlere daha yakın hissettim kendimi… Tamamen teknoloji kurgusallığından uzak kaldım. Photoshop yerine elimle çizdim ki halen günlük tarzı yazılarımı deftere yazmayı seviyorum… Sinemaskop rüyalar…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder