Gökkuşağının altından geçerken...

Gökkuşağının altından geçerken...

23 Ocak 2011 Pazar

Beyaz Zenciler

Beyaz Zenciler
16 Ocak 2011 BirGun Pazar

Alkol yasağı ve tüyleri diken diken edebilecek ileriki yasakların çevremizi sarmaya başladığı, kötü kokuların geldiği sıkıntılı bir dönemde, yasakların her şeyi çığırından çıkardığını daha akıl edemeyen beyinlere ne demek gerek bilemiyorum. Belki ilk okuduğum roman olan Beyaz Zenciler’den bahsetme isteğim bilinçaltından gelen bir dürtüdür. Tam da bu yüzden.

Yer altı Edebiyatı’na olan ilgim ezelden beri devam etmekte. Beyaz Zenciler’i ortaokul/lise çağımdayken Tüyap Kitap Fuarı’nda tesadüf görüp merak etmiş ve almıştım. Ingvar Ambjörnsen’in yazdığı bu roman Ayrıntı yayınları’nın bize kazandırdığı Banu Gürsaler Syversten çevirisi ile 1991’den beri türlü basımlarıyla karşımızda. Basım tarihi yazan sayfaya dikkatli bakarsanız ufacik puntoyla yazılmış bir cümle görürsünüz : “Bu kitabın Türkçe yayım hakları yazar tarafından Ayrıntı Yayınları’na iki adet lületaşı pipo karşılığında verilmiştir.”
Tam da bu cümle, kitabın ve yazarının ruhunu ortaya koyar : Beklentisizce ve işin kendisinden keyif alınarak yapılan anarşist ruhlu bir iş. Karakterlerinin güçlü yaşama sevinci, mahkum edildiğimiz yoz televizyon dizilerine benzeyen hayatlara; eğitim, başarı, kariyer gibi kısır düşünceler.e olan nefretleri bana

Jon Krakauker'ın 1996 yılında çok satanlar listesinde yeralan kitabından sinemaya uyarlayan Sean Penn’in Into the Wild (Özgürlük Yolu) filminin bu romandan esinlendiğini düşünmüşümdür. Film ve romandaki paralellik; düzenden kaçış ve kaos arzusu diye özetlenebilir.

Beyaz Türkler gibi tanımlamalar aslında biraz midemi bulandırıyor. Etiketler, kategorizasyonlar çok itici olabiliyor çünkü içerdiği alt anlamlarla, insan kimliğini daraltıyor ve dışlıyor, aşağılıyor. Lüzumsuz bariyerler oluşturuyor. Bu kitapta Beyaz Zenciler tanımlamasının tek kullanılma sebebi toplumun genelinin “doğru” dediği yaşam tarzına yani üniversiteye gitmek, evlenmek, çocuk sahibi olmak gibi şablonsal yaşama hareket çeken ve yaşama sevinçlerinin peşinde koşan bir grup anarşiye yakın duran insanı anlatması. Aslında bu kitaptaki anarşi, siyasi bir anarşiden ziyade, düzenin verdiği imkanları reddedip kendi yolunu seçen daha romantik ruhları tasvir ediyor.

Türkiye’deki “azınlıklar” için de Beyaz Zenciler tanımını kullanmak belki çok abes kaçmaz. Dışlanan, hor görülen veya yok sayılan ırklar, etnik kökenler, cinsel yönelimi farklı olanlar sürekli baskı altında yaşamıyorlar mı? Azınlıklar kelimesini tırnak içinde yazmamın tek sebebiyse aslında azınlık gibi gösterilip gayet de azımsanamayacak sayıda olmaları…

Jean Genet de böyle bir karakter değil miydi? Romanlarında hep yasadışı görülen veya dışlanan dünyaları tüm doğallığı ve yaşanmışlığıyla anlatmadı mı?
Ara sıra, edebiyat ve müzik kısacası sanat aracılığıyla bile olsa farklı gözlükler takmak iyidir. Farklı dünyalara,o dünyaların bizzat içinden yaşayan kahramanların gözüyle bakmak sağlıklıdır. Bukowski de benim gözümce öyle bir karakterdir ki, tüm çektiği sıkıntıları ve en ucuz denilebilecek detayları bile en mizahi yolla, zekayla, insaniyetle anlatır. Yer altı edebiyatı’ndaki insaniyet gerçekten cilalı burjuva dünyasında ve onun kestiği ahkamlarda yer almayan, bambaşka bir doğallık ve çocuksu bir samimiyetle naiflik içerir. En önemlisi, kendini ve hayatı ciddiye almaz bilakis dalga geçmeyi bilir. Mizah en güçlü silahıdır.
Sevgi edebiyatı yapmaz, gerçekten sever. Kendini olduğundan daha iyi göstermeye çalışmaz. İşte yer altı edebiyatındaki bu samimiyeti ve mizahı severim. Beat’lerin zen ruhu gibi çocuksu, egosu minimalize edilmiş bir ruh hali.

Ece Dorsay
ecedorsay@yahoo.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder