Gökkuşağının altından geçerken...

Gökkuşağının altından geçerken...

25 Şubat 2011 Cuma

Gary Moore ve Blues Gitaristleri

Gary Moore ve Blues Gitaristleri
13 Şubat 2011 BirGUn PAzar Eki

Gary Moore’un 58 yaşında iken ve sağlıklı biri olduğu bilinirken; aniden ölümü birçok müzik severi üzdü. Still Got The Blues, en bilinen parçasıydı. Benim için Eric Clapton veya Stevie Ray Vaughan kadar etkileyici olmasa da mühim bir gitaristti. Jimi Hendrix ile kıyaslamıyorum bile çünkü Jimi dahiyane ve özgün bir gitaristti. Blues türünde, farklı şeyler çalmak genelde zordur çünkü kalıpları çok belli bir müzik türüdür. Bu sebepten sınırları biraz zorlayan gitaristlere hep hayran olurum. Gary Moore’un çok fazla sınırları zorladığını söyleyemem ama Johnny Lang adlı genç müzisyen hem şarkıcılığı hem gitaristliği ile beni daha fazla etkiler. Sanırım Gary Moore’un besteciliği, şarkıcılığı ve gitaristliği bir bütündü. Eserleriyle çok haşır neşir olamadım çünkü sahiden aklımı ve kalbimi çelen başka blues müzisyenleri oldu.

2000 senesinde yayınlanan ilk demo şarkımda, rahmetli blues gitaristimiz Yavuz Çetin solo gitarı çalmıştı. 21 yaşımdaydım ve bu benim için büyük bir şanstı. Tutkuların Peşinde ve Umut ve Korku Yolu adlı parçalarımda çaldı ve bu parçalar Virüs adlı stüdyoda kaydedildi. Davulda Serkan Ayman ve bas gitarda Oya Erkaya vardı. Yavuz Çetin’in besteciliği, vokalistliği ve gitaristliği takdire değerdi. Bu ülke sınırlarında, gitarına daha hakim ve saf bir blues çalan başka bir gitarist ben tanımadım. İntiharı, bazı haberlerde Türkiye’nin Gary Moore’u öldü başlığı ile verilmişti oysa Yavuz Çetin, tamamen kendine özgü ve kimseye benzetilmeye ihtiyaç duymayacak bir besteci/vokalist ve gitaristti.

Biraz da alıntıyla Blues tarihi : “Robert Johnson’un taa 1920’lerde yarattığı blues türü, eski hapishane kayıtlarından oluşuyordu. 40’lı yıllara gelindiğinde Muddy Waters, Howling Wolf, Little Walter ve Willie Dixon gibi isimleri henüz duyulmamış müzisyenler geçimlerini barlarda çalarak sağlıyorlardı.. 1943 yılında Chicago’da Muddy Waters, Detroit’de de John Lee Hooker, müzik kariyerlerinin en büyük adımlarını atıyorlardı. Gelişen teknoloji ile birlikte blues etkisi de günden güne artıyor, yeni müzisyenlerin ortaya çıkmasıyla tüm Amerika’ya dalga halinde yayılıyordu. Bu dalgaya jump, boogie veya rhythm & blues diyenler de vardı. Fakat kim ne derse desin, tek bir şey kesindi, kimse geriye bakmıyordu. Artık müzik alanında gelişim ve yeni keşiflerin yapılma zamanıydı.

Yıl 1967 ve yer Monterey Pop Festivali, California. The Jimi Hendrix Experience sahne alıyor ve unutulmaz bir müzik ziyafeti çekiyordu tüm seyredenlere. Bu konser, Hendrix için hayatında yeni bir baslangıç ve kendini ispat etme şansıydı. O da bu şansı iyi kullanıyor, beyaz Fender Stratocaster gitarıyla blues’un gücünü tüm dünyaya haykırıyordu. O güne kadar rastlanmamış gitar teknigi, performansı ile gösterisine son noktayı koyuyordu Jimi. Gitarı tüm izleyicilerin önünde alevler içinde kalıyor ve gitarini blues ateşinin emrine sunuyordu. Blues sevgisinin kolay kolay sönmeyeceğini ispat ediyordu.”

Elbette yerimiz dar. Ancak tüm bu temel bilgiler ışığında diyebiliriz ki blues türü ve blues gitaristliği, temellerini oluşturduğu rock müzik gibi asla eskimeyecek bir tür. Her ne kadar armonik bazda kısıtlı bir alanda (pentatonik gamlar ağırlıklı) olduğu düşünülse de, epey ufuk açıcı müzisyenler hep var olacak ve bu türün ufkunu genişletecekler.

Ece Dorsay
ecedorsay@yahoo.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder