Gökkuşağının altından geçerken...

Gökkuşağının altından geçerken...

23 Kasım 2011 Çarşamba

Kapadokya Caz Günleri

Kapadokya Caz Günleri
20 Kasım 2011 BirGun Pazar Eki

Ülkemizde caz müzik, tahmin edersiniz ki, çok arka planda kalmış, azınlığın dinlediği ve emek isteyen bir müzik türü…Zaten rock ve türevlerinde bile türlü engeller ile karşılaşan biz müzisyenler, caz müziğin ve müzisyeninin engellerini saysak buraya sığmaz herhalde. Yegane avantajı, kendi kemik kitlesi olması….Sonuç olarak hiçbir sanat dalı zaten bu tür bir bilinçle yapılmaz. Tutkudur ve gönül verirsiniz, bu kadar basit. Kaç kişi dinler, ne kazanırım diye sorgulanmadan yapılan işler, sanattır bir nevi ve tutkudur. Nardis caz kulübü ve İstanbul Caz Merkezi (Türkçeye çevirdim çünkü aslında Jazz Club ve Jazz Center diye geçiyor isimleri) gibi nadide mekanlar caz müziğin icra edilip paylaşılabileceği güzel mekanlardan bir kaçı. Bir elin parmağını geçmeyecek kadar caz mekanı var zaten ülkemizde. Bu mekanlar gerçekten, caz için kilometre taşı. Değerli isimleri canlı dinleme imkanını sunuyorlar. Dünya çapında isimler de buna dahil.
Festivallerimiz de var ama Türkiye’nin farklı bölgelerinde ve genç yetenekleri de caz müziğe kazandıran az oluşum var. Yeni bir bülten geldi ve gerçekten çok sevindim. Çok güzel adımlar atılıyor ülkemizde ama ne yazık ki yeterince duyurulamayabiliyor bu adımlar. Kapadokya Caz projesine burada yer vermezsem olmaz. Bültenden aktarmak gerekirse :
Geçtiğimiz sene mütevazi fakat kararlı bir girişimle başlayan ve büyük başarı yakalayan Kapadokya Caz Günleri, bu yıl 30 Kasım-4 Aralık 2011 tarihleri arasında gerçekleşiyor. Geçen sene olduğu gibi bu sene de bütün etkinlikler herkese açık ve ücretsiz olacak. 2010’da Kozmik Müzik tarafından organize edilen Kapadokya Caz Günleri, bu sene de Kapadokya’nın büyülü doğa ve kültür varlıklarını caz müziği ile buluşturmaya devam ediyor. Geçtiğimiz sene basın tarafından büyük ilgiyle karşılaşan Kapadokya Caz Günleri, 2011’de daha geniş bir kitleye ulaşmayı hedefliyor. Bu sene, Kapadokya Kültür Merkezi, Anatolian Houses, Han Çırağan, Bezirhane, Hanedan, Forum Kapadokya, La Rocca, Kapadokya Meslek Yüksekokulu ve Nevşehir Üniversitesi’nde gerçekleşecek etkinliklerde, Swing A La Turc, İmer Demirer Quartet & Ayşe Gencer, Onur Ataman Trio & Yahya Dai, Alp Ersönmez - Yazısız, Ozan Musluoğlu Quartet & Meltem Ege ve Ülkü Sunat gibi isimler sahnede olacak. Etkileyici performansların yanı sıra sanatçılarla gerçekleşecek söyleşiler sayesinde, dinleyiciler caz müziği hakkında bilgi ve fikir paylaşımında bulunma şansı yakalayacaklar.
Kapadokya Caz Günleri, ünlü caz müzisyenlerimizin yanında sosyal sorumluluk projelerine de yer verecek. 2011’de de bütün etkinlikler herkese açık ve ücretsiz olacak. Kapadokya Caz Günleri’nin bu yılki en önemli etkinliği ortaokul ve lise öğrencilerini caz müziğiyle tanıştırmayı hedefleyen “Gençler için Caz” projesi olacak. Nevşehir Valiliği ve Milli Eğitim Müdürlüğü’nün destekleriyle şehrin dört bir yanından bine yakın öğrenci bu proje için Kapadokya Kültür Merkezi’nde buluşacak. Hollanda’da uzun süre caz eğitimi alan Onur Ataman’ın anlatımı ekseninde, birçok caz müzisyenimizin enstrümanları ve cazın kültürü ile ilgili uygulamalı bilgiler vereceği projede ayrıca ünlü saksafon ustası Yahya Dai’nin B Planı performansı da yer alacak. B Planı, Dai’nin birçok değişik enstrüman aracılığıyla ürettiği sesleri ve melodileri, bilgisayar ortamında birleştirmesiyle, sahnede canlı olarak bir parça yaratmasından oluşuyor. B Planı, özellikle gençlerin bilgisayara duyduğu ilgi göz önünde bulundurularak, müziğin farklı şekillerde üretimi hakkında onlara ilginç fikirler verecek.
Gençler için Caz projesinin çıkış noktası, gençlerin Kapadokya Caz Günleri 2010’a gösterdiği yoğun ilgi ve merak oldu. Sanatsal ve kültürel gelişimin bu denli önemli olduğu bir dönemde, cazın özgür yapısının ve kendini ifade etmekteki gücünün gençlerin gelişiminde büyük rol oynayacağı göz önünde bulunduruldu ve onlar için anlaşılır, ilgi çekici ve öğretici bir içerik oluşturuldu. Piyano, gitar, davul gibi kolay ayırt edilen enstrümanlar konusunda daha fazla bilgi sunulması kadar, kontrbas, saksafon gibi türk müziğinde sıkça rastlanmayan enstrümanlar hakkında bilgi verilmesi, gençlerin müziği hem kompozisyon olarak, hem de farklı öğelerinin farkına vararak algılamasını mümkün kılacak.
Etkinliklerin açılış konseri, 30 Kasım 2011 tarihinde başarılı ney sanatçımız Aziz Şenol Filiz ve Önder Focan’ın da üyesi olduğu Swing A La Turc tarafından Nevşehir Kapadokya Kültür Merkezi’nde 20:30’da gerçekleştirilecek.
Gerçekten çok kapsamlı, renkli bir festival olacağa benzer. Bültendeki bilgiler çok yerinde ve detaylı, olduğu gibi paylaşmak boynumun borcuydu. Dilerim bu festival , beklenen yankıdan fazlasını uyandırır. Bu tür etkinlikler genelde Don Kişot ruhlu insanların elinde büyüyor ve daha sonra daha kapsamlı hale geliyor. Siyad’ın ilk ödül törenleri ne kadar mütevazi başlamıştı. İlk açık hava festivalimiz, H2000 festivali gibi finale ermesin elbet. Ne yazık ki artık H2000 festivali yok ama daha büyük rock festivallerine yol açıp cesaret verdi. Caz festivallerinin, Türkiye’nin her köşesine yayılması temennim. Hele de böylesine, idealist olanlarının…
Detaylı bilgi için : www.kapadokyacazgunleri.com
Ece Dorsay
ecedorsay@yahoo.com

14 Kasım 2011 Pazartesi

AÇIK RADYO Programları : Dağınık Oda : Her Cumtesi 18:00'da

div>



Ece Dorsay's Cloudcasts on Mixcloud


AÇIK RADYO - DAĞINIK ODA - Cumartesi 18:00 da

Yelken seyri

Yelken seyri
13 Kasım 2011 BirGun Pazar Eki

Bayramda evdeydim. Baktım deliriyorum. Şehir sakin ve güzel tamam. Her bayramda şehirde olmaktan büyük keyif alıyorum. Issız bir hal alıyor çünkü. Herşeye rağmen delirdiğimi fark ettim. Senelerdir en büyük hayalim yelken sporunu öğrenmekti. Yıllardır dilimdeydi bu.
Hep de yaz mevsiminde heveslendim sonra bir şekilde yaz geçti ve kışın mevsim uymaz diye baharı bekledim. Bı kısır döngü sürekli devam etti. Pahalı bir spor sananlara : Spor salonuna gitmekten daha pahalı değil. Aptal spor salonlarında saatlerce robot gibi koşmayı sevmiyorum, düşüncelerimden uzaklaşmam gerekiyordu. Pazartesi günü bir telaşla Melis’i aradım. Yelken hocası Melis. Bana hemen ertesi güne ders ayarlamaz mı? Ne kadar nefis oldu anlatamam. Koştura koştura, hiç üşenmeden Kalamış marinaya attım kendimi. Huzur verdi bana ortam.
Hocam Doğukan, çok detaylı teori anlattı. Bir buçuk saat teoriyle gerçi ama hiç sıkılmadım.
Daha sonra epey uzağa açıldık ve ben ana yelkeni çektim, dümeni dönüşte kontrol ettim.
Adrenalin had safhadaydı ama öyle bir keyifti ki bu, tarifi yok. Ne sörf, ne başka bir spor bana bu keyfi veremezdi herhalde. Deniz suyunun ve iyot kokusunun sarhoşluğuyla eve geldim. Odamdaki eşyalar adeta dönüyorlardı. Öğrendiğime göre, ilk derslerden sonra hep bir baş dönmesi olabilirmiş. Bir dostum söyledi. Arkadaşı, ilk beş ders sonrası hep baş dönmesi yaşamış. Uyuyana kadar bir güvertede gibi hissettim kendimi. Oda resmen hafif hafif sallanıyormuş hissi vardı.


İnsanlara bağlı bir hayat yanlış. Ne dost ne aile ne sevgili ne bir şey… Öncelikler galiba bir ibadet gibi sizi arındıran hobiler ve uğraşlar olmalı…İnsan odaklı biri olunca bu daha zor oluyor. Bu hobiler ve uğraşlar hayatı o kadar fazla kaplamalı ki, insanlar da arada uğranılan limanlar olmalı galiba…Bunu bir türlü başaramıyoruz. Aslında insan odaklı yaşam en gerçeği gibi geliyor bana ama çağımızda bu çok zor… Herkesin derdi bambaşka…Bir noktada dertlerimiz ortak tabii : Yalnızlık vesaire… Ama ortak paydaları çoğaltmaya yönelik çaba, tek taraflı olmuyor ne yazık ki…



Dün gece nihayet Kaybedenler Kulübü filmini izledim. 90’larda bend e Kent Fm’de bu programı dinlerdim…Çok da keyifliydi…Bazen absurd’leşebilen sohbetler iyi gelirdi. Aslında şiirin gerekliliği gibi….Kelimeler, rastgele kullanıldıklarında ruha daha iyi gelebiliyorlar. Her şeyin bu kadar planlı ve “mantık” çerçevesi içinde yaşandığı sıkıcı dünyada, şiir ve serbest paylaşımlar can kurtaran gibi… Bu radyo programı da bu işlevi görüyordu bence…

Asu Maralman’ın Bağrı Yanık Dostlara Merhaba dediği film müziği ise ayrıca güzel seçilmiş. Melankoliyi keyifle içimize işletiyor. Filmdeki karakterlerin hayatı biraz Amerikanvari bir hızda olsa da, yalnızlıkları , boşvermişlikleri çok gerçekçi…

Çağımızda tutukularının peşinden giden kaç kişi kaldı ki? Bir elin iki parmağını geçmez. Azınlık olmak her zaman zor… “Ne güzel “ diyor filmdeki kız, “ istediğin işleri yapıyorsun hayatta” ama kahramanımız bunun bedellerini de ödüyor. Sevdiğin işleri yapmak, bedelsiz değil…. Az kişiye hitap etmek, az anlaşılmak ve yanlış anlaşılmak gibi bir sürü bedeli var.
Camii öyküsünden etkilendim ama…Bir çocuk hayalindeki Sülemaniye Camii’ne gidiyor ve orada yaprakları temizlemeye başlıyor. Hiçbir karşılık beklemeden…En manzaralı odasında ona iş veriyorlar. Tutkuyla yapılan her iş, bir gün güzelliklere nail olur diyor bilge bir amca.
Bilemiyorum…Belki de öyledir. Tek bildiğim, bazı rutinleri sonsuza dek bir disiplin haline getirmek gerektiği…

Sonuç olarak, 2001 tarihli Umut ve Korku Yolu adlı şarkıma dönüyorum : Yelkenleri açtım, mavi sulara, içimdeki korkularla….Asla durmam ıssız adalarda, terk edilmiş limanlarda….

Ece Dorsay
ecedorsay@yahoo.com

7 Kasım 2011 Pazartesi

Parodi Dolu Bir Punk Ruh – Elvis Costello Konseri

Parodi Dolu Bir Punk Ruh – Elvis Costello Konseri
6 Kasım 2011 BirGun Pazar Eki


Elvis Costello’yu birkaç sene evvel Açıkhava’da grubuyla izlemiştim. Sahnede olmaktan inanılmaz keyif alan, konser süresini ekstra uzatan adeta sahneden inmek bilmeyen, her saniyesinde bolca söz olan bol vokalli şarkılarını haykırmaktan sıkılmayan bir ozan ve enerjik bir “performer” görmüştüm sahnede. Punk ruhu ve şarkılarının kaotik yapısı, öfkesi, müziğe ve yaşama olan tutkusu; sahne karizmasının önemli bileşenleriydi.


Bu sefer sahnede tek başınaydı. Türker İnanoğlu Maslak Show Center’da verdi konserini.

Ben geç sahne alır derken, 21:30 diye belirtilen konser 21:00 da başladı. İlk iki dakikasını kaçırdım sadece neyse ki…Yerim mükemmeldi, 3. sıraya oturdum. En önden izledim desem yeridir. Sürekli twitter’a bakan veya telefon konuşan, oraya sırf davetiye ile gelmiş seyirciyi saymıyorum. Fanatik bir azınlık kitle de vardı neyse ki …Elvis, sağ arkasında kırmızı Nord klavye, tam arkasında gitar amfileri, ayak ucunda gitar pedalları, sol yanında nota sehpası ve bir diğer iskemle ile, akustik gitarları ve elektro gitarını ard arda çalarak “One Man Show” (Tek kişilik Şov) yaptı. Punk ruhlu bu dünya ilginci adam, pembe şapkası ve şık ceketiyle çok matraktı. Seyirci ile ilişkisi çok sıcaktı ama asla cıvık olmadan. En çok da mesafeli ama samimi duruşuna hayran kaldım. Notting Hill filmi ile dünya çapında ilgi gören “She” (O Kadın) adlı parçasını tek başına akustik gitarıyla çalarken bile muazzamdı şarkı. Bis yaptığında “ I want you” (Seni istiyorum) şarkısı ile bizleri mest etti.


En ilginci de, kendimi bir müzikalde hissetmeme sebep oldu veya modern bir rock tavernasında…Gazino havası yarattı. Bu nasıl oldu bilmiyorum ama seyircilerin arasında gezinerek, gayet sahici şekilde şarkılarını söyleyip ortamı fazla sulandırmadan espriler yaparak, keyfimize keyif kattı. Tek başıma sahnede çalan bir Don Kişot olarak, bu konser bana daha fazla cesaret ve ilham verdi ama yabancı isim olunca daha yargısızca bakıyoruz böyle ezber bozucu durumlara… Türk bir isim yapınca, “e hani nerde diğer müzisyenler” gibi sıradan tepkiler doğabiliyor ki benim sahnemde hiç olmadı demek ki doğru yoldayım.

Bir ozan/şarkıcının sahnede tüm enstrümanları ile baş başa konser vermesi çok samimi geliyor bana. Eski sarı caz kasa gitarıyla, delay efekti oyunları yapması, spagetti western dediğimiz kovboy filmi türlerinin müziklerini anımsattı. Kırmızı Nord klavye ile orkestral loop’ların üzerine değişik ve kakafonik piyano akorları çalarak, elinde megafon ile bağırarak performans da verdi. Epey ilginç ve kendine özgü bir atmosfer yarattı. Kimisi hiç anlamadı kimisi bayıldı. Zaten gerçek bir ozan da bunu yapabilmeli. Genel kitlenin anlamasını beklemiyordum. İngiltere’de pub’larda çaldığı günleri anlattı. Beatles üyelerinin sattığı Rickenbacker gitarın duvarlara çarpılarak eskimiş olduğunu ve her satın alanın sonradan dükkana geri bıraktığını anlattı. Altından yapılmış diye kandırılarak aldığı Gibson Les Paul’un sonradan altından daha değerli olduğunu mizahi bir dille anlattı. Bir adam, sanki bize evinin salonunda özel bir dinleti veriyor gibiydi. Çok samimi bir atmosfer vardı. Seyirci daha katılımcı olabilirdi ama en azından Costello’ya odaklandık. Bir ara, seyircilerden biri plağını imzalattı, keşke yanıma albümümü alsaydım, hediye ederdim diye düşündüm. Belli mi olur.


Diana Krall ile çok ilginç bir çift olduklarını düşünürdüm şimdiyse ne kadar uyumludurlar diyorum. Diana, sofistike caz vokali ve ağırbaşlılığyla, Elvis ise muzipliği ve punk ruhuyla birbirlerini dengeliyordur sanki. Evin içi müzik doludur. Epey motive edici bir deneyim oldu bu konser benim için…Elvis’in müthiş dünyasına dahil olmak adeta bir ayrıcalıktı. Grubuyla çalsa bu kadar etkilenmezdim. Solo performanslar benim için çok ayrı bir değer taşıyor. Tek kişilik “talk show” (konuşa şovu) gibi… Bu cumartesi Açık Radyo’da ikinci programımda muhtemelen Elvis Costello parçaları çalmış olurum. Her cumartesi 18:00’da Dağınık Oda…


Ece Dorsay

ecedorsay@yahoo.om