Gökkuşağının altından geçerken...

Gökkuşağının altından geçerken...

27 Aralık 2011 Salı

Benim Açımdan 2011 : Kültür-Sanat Olayları ve Konserler

Benim Açımdan 2011 : Kültür-Sanat Olayları ve Konserler
25 Aralık 2011 BirGun Pazar Eki

Nereden başlasam bilemiyorum. O kadar çok sanatsal faaliyet oldu ki bu sene hayatımda.
Taxim Live konserim oldu Ocak ayında. Daha sonra alternatif grupların mabedi Peyote’de konser verdim. Ardından Nisan ayında, babamın doğduğu şehir olan İzmir’de BIOS adlı mekanda güzel bir kitleye konser verdim. İlk şehir dışı konserimdi diyebilirim. Heyecan verici ve büyülü bir yolculuk ve konserdi. Gerçek bir dost kazanmak da cabası. Hepsi müziğimin sayesinde. 3 Temmuz 2011’de Efes One Love festivalde sahne aldım. Tıpkı daha evvelki H2000’ler gibi Suede grubu ile aynı festivali paylaşmak da heyecan vericiydi. Tek başıma sahne aldım, groovebox ve pedallar. Ağustos ayında Foça’da düzenlenen Rock-a festivalinde sahne aldım.

Değişim için 100 Bin Şair Festivali 24 Eylül’de tüm dünyada ve ülkemizde barış ve değişim için şairlerin, müzisyenlerin haykırışıyla gerçekleşti. Lale Müldür, Birhan Keskin, Haydar Ergülen, Yüce Kayıran, Fırat Demir, Enis Akın, Akif kurtuluş, Elif Sofya, Anita Sezgener, Süreyya Evren, Pelin Özer ve Latife Tekin gibi şairler ile aynı anda festivalin hem Mardin hem de İstanbul ayağında, Batı ile Doğu arasında köprü kuran konuşmalar da yapıldı.

Kumbaracı50’de yapılan kapanış partisinde değerli şairler ve müzisyenler ile çaldım.
29 Ekim 2011 Cumartesi günü Açık Radyo’da Dağınık Oda adlı programıma başladım.
Bu program 2002 ve 2003 yıllarında Radyo Kozmos için hazırlayıp canlı yayında sunduğum ilk radyo programımın devamı oldu. Açık Radyo’daki programımı “Alternatif pop ve rock’a yeni bir perspektif getiren sanatçı/gruplar” sloganıyla hayata geçirdim ve her cumartesi 18:00’da bir sanatçıya/gruba özel program yapmaya devam ediyorum. Biyografik bilgiler ve diskografilerinden yön belirleyici şarkıları ile.

Eski 45’likler partileri ile tanışmam da bu sene oldu. Babylon’da Naim Dilmener’in müthiş partileri… Eski Türkçe müziğe olan ilgimi ve heyecanımı arttıran partiler oldu bunlar. Ve asla kaçırmadığım Açık radyo ve Radyo Eksen Alternatif programları. Bu yıl, tıpkı çocukluğumdaki gibi bolca radyo dinledim ve caz müzikten blues’a ve dünya müziğine çeşitli programlarda kayboldum.

Yeğenim Ozan’ın doğması, birçok yeni dost kazanmak, dostlukları sağlamlaştırmak bu senenin en güzel hediyelerinden oldu. Twitter’ı en yoğun kullandığım sene oldu. Iphone denilen cihazı nihayet keşfettim ve çok abartılmadığını görmüş oldum. Bir gitar fiyatı eden bu cihazın fiyatını kınıyorum tabii. Gerçekten kapitalizmin en pahalı hediyelerinden biri. Hediye derken ironi yaptığımı anlamışsınızdır. Keyifli bir cihaz olduğunu inkar edemem tabii.

Gelelim hepimizi yakından ilgilendiren sanatsal olayların bir özetine :

Yönetmen Nuri Bilge Ceylan'ın son filmi ''Bir Zamanlar Anadolu'da'' ''En iyi yabancı film'' kategorisinde ''Oscar'' aday adayı oldu.
Zenne filmi, Uluslararası Altın Portakal Film Festivali’nde 5 tane ödül aldı.
İngiliz haber ajansı Press Association, 27 yaşındaki Winehouse'un Londra'nın kuzeyindeki evinde ölü bulunduğunu aktardı. Müthiş bir yeteneği kaybettik. Tam da Türkiye’de konsere gelmişti ve bu konser ertelenmişti ve o ara sezgilerim durumunun çok kötü olduğunu söylemişti bana… Bu olaydan önceki bir yazımda da menejerlerinin duyarsızlığından dem vurmuştum.
Rock müzisyenlerince organize edilen ve tüm geliri Türk Kızılayı vasıtasıyla Van'daki depremzedelere gönderilen ''Van için Rock'' konserinde, 40'ın üzerinde grup sahne aldı.
Dünyaca ünlü İngiliz sanatçı Elton John, 21 ülke ve 47 şehri kapsayan dünya turnesi kapsamında İstanbul ve Ankara'da hayranlarının karşısına çıktı. Maalesef kaçırdım.İnönü stadyumu konserini izlemiş olmak tesellimdir. Daha iyi zamanlarıydı doksanlar.
Boy George (Dj kimliği ile), James ve Marianne Faithfull gibi isimler ülkemizde konserler verdiler. Hepsini dostlarla izledim.
Efsanevi İngiliz folk punk grubu Levellers, adlarını dünyaya duyuran ''Levelling the Land'' albümünün 20. yıl dönümü için çıktıkları turne kapsamında 19 Kasım'da İstanbul'da müzikseverlerle buluştu.
Sanırım 2011 senesindeki kültür sanat olayları daha saymakla bitmez ama kendi açımdan önemli bulduklarımı ve kendi 2011 tarihimi özet geçmek istedim.
2012 çok daha güzel olsun.
Ece Dorsay
ecedorsay@yahoo.com

18 Aralık 2011 Pazar

Emek Sineması : Çocukluğumun Mabedi

Emek Sineması : Çocukluğumun Mabedi
BirGun Pazar Eki 18 Aralık Pazar 2011

Her yerde yazılıp çiziliyor. Bütün sağduyulu yazarlar ve sinemaya emek vermiş, gerçekten sinema sevgisi olan hatta birazcık şehir kültürü olan insanlar Emek sinemasının yıkım kararını sonuna kadar protesto ediyor. Gene de yetmiyor ve yetmez de. Keşke çok daha fazla insan bir tarihin yıkımına duyarlı olsa… Twitter’da TT olan (yani en popüler olan konular) İnci Sözlük kapatılmasın gibi veya magazinsel konular. Emek Sineması sağ köşedeki listede kendine yer bulamıyor. Sanal ortamlardaki bu duyarsızlığa tanık oldukça, kimi yaşıtlarımın benim kadar şanslı olmadığını görüyorum. Ben, bu nefis yapının içinde nefis filmler gördüm. En tepedeki müthiş E harfi amblemini çocukken kendi ismimin baş harfi farzederek, orayı sarayım ilan ettim. Siyah beyaz filmlerden fırlamış gibi duran tonton müdür Hikmet bey’in biz dahil oraya gelen herkesi sıcacık karşıladığı günler, festival koşturmacaları, dünya çapında yönetmenlerin ve oyuncuların ziyaretleri, babamın büyük bir heyecan ve keyifle sohbete ve röportajlara koşması, günde 4 film görüp rekor kıran annemle babamın zombi olduklarından şüphe ederken, benim de bizzat günde 3 film görerek kendi rekorunu kırmam…

Emek sinemasında, Siyad’ın ilk ödül gecelerini düzenleme kahramanlığını gösteren babama orada yardımcı olduğumuz günler dün gibi aklımda. Ödülleri tören boyunca tutmak, ödül vereceklere dağıtmak, babamın ödül zarflarını tek tek kapatması, içlerine ödül alacakların isimlerini özenle yazması; ne büyük EMEK’ler var bugünlere getirilmiş başarıların ardında…
Siyad (Sinema Yazarları Derneği)’nin açıklaması şöyle : “Emek, tüm sinemaseverler için Türkiye’nin “Cennet Sineması”dır, “Splendor”udur. Onlarca yıldır binlerce filmde “Sinema Bir Şenliktir” dediğimiz salondur... Ahmet Uluçay’ın sinema sevdasının ve “Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak”ının somut halidir… Emek, Lütfi Akad’dır, Ken Russell’dır… Emek, bizimdir. Emek, biziz. “Beyoğlu Sinema Mezarlığı”nın Emek’i de yutmasına izin vermeyecek, Emek’i yıktırmayacağız! “

SİYAD’ın Onursal Başkanı Atilla Dorsay dün Sabah gazetesinin Cumartesi ekinde yayımlanan yazısında Emek Sineması’na kazma vurulduğu gün gazeteciliği bırakacağını açıkladı. İlk kez bir yazımda babamın ismini anıyorum. Gerçekten bu olay beni etkiledi.
Babamın samimiyetinden en ufak bir şüphesi olana, akan gözyaşlarına bizzat tanıklık etmiş kızı olarak, derinden yara aldığını rahatlıkla söyleyebilirim.
Emek sinemasının fuayesinde mükemmel insanlar tanıdım ve sohbet imkanı buldum. Sinema aşkıyla dolup taşan büyüklerim ve hocalarım da sık sık oradaydılar. Sevin Okyay’dan, Mithat Alam’a; Prof. Oya Başak’tan Vecdi Sayar’a… saymakla bitmez.

Her yere AVM, gökdelen yapılarak ruhsuzlaştırılıp, kimliksizleştirilmesine şu anda karşı çıkmazsak, yaşanmışlığı ve hatıraları olan, bize tüm güzellikleri hatırlatan hiçbir binamız, mekanımız kalmayacak. Rant sahipleri, kısa vadeli hesaplarla koskoca tarihi şehri yerle bir etmeye devam edecekler. Acilen ses çıkarmamız lazım. Avrupa ülkelerinde tarihi binalar hep bozulmadan korunarak yalnızca restore edilir. Bizde ise modernizasyon adı altında, şehrin dokusuna tecavüz var. Bu da maalesef, şehir kültürü, bilinci ve planlaması olmayan kısa vadeli rantçı zihinler tarafından yapılıyor.

24 Aralık Cumartesi günü saat 16:00’da Taksim meydanında toplanılıp Emek sinemasına yürünecek ve basın açıklaması okunacak. Şehrinin ve tarihinin elden gitmesini istemeyen tüm duyarlı insanları bekleriz : "Çadırınızı, uyku tulumunuzu, battaniyenizi, çayınızı, kahvenizi ve isyanınızı alın, gelin" ! Kapitalizmin tek tipleştirmeye yönelik, şehir ve onun tarihinin tecavüzüne boyun eğmeyelim.

Ece Dorsay
ecedorsay@yahoo.com

12 Aralık 2011 Pazartesi

Dünyamın Bütün Sabahları

Dünyamın Bütün Sabahları
11 Aralık 2011 BirGun Pazar Eki

Çayırlar, çimenler…Üzerine basıp geçtiğimiz otlar. Hayranlıkla baktığımız güneş ve gökyüzü… Her adımımızda bize gideceğimiz yeri gösteren levhalar yok. Tatlı bir esinti bazen şiddetli bir lodosa dönüşüyor. Kafamız bir dünya. Gerçeklik ve hayal arasında sallanan bir salıncak misali. Gerçekliğin hayallerimize yakın olduğu yer aslında en tatlı ama bir o kadar da adrenalin yüklü yer. Oradaki bekleyiş en ağırı. Sırat köprüsünden geçmiş ve kilometrelerce yol katedilmiştir kalpte. Biliyorsunuzdur aslında cevapların bir kısmını. Tek derdiniz cevabı almaktır. Acı da verse, yolunuza devam etmeniz için gereklidir bu cevap. Kimi zamansa, çok ferah uyanırsınız ve bilirsiniz ki beklediğiniz müthiş cevabı hayat verecek. Hayata güvenerek uyanmak ne kadar güzel ama ne kadar nadir yaşanan bir histir. Çoğunlukla telaş ve panikle uyanırım veya kafamda bin soruyla. Huzurla ve coşkuyla uyandığım sabahlar da olagelmiştir ama nadirdir. Sayıca azdır.
Bu aralar bolca gitar çalıyorum ve cover’lar yani yorumlar çalıyorum. Elimi pek sürmediğim ama dinlemeyi sevdiğim Türkçe rock ve pop şarkıları söylemek umduğumdan daha iyi sonuçlar verdi. Keyfim ikiye katlandı ve kendimi biraz daha bu topraklara ait hissettim.
Hem güncel grupların yani yaşıtlarımın, dillere dolanmış şarkılarını hem de büyük isimlerin eski şarkılarını odamda, 94 yılı diye kurşun kalemle içine imza attığım gitarımla çalmak taze bir nefes oldu bana. Bazen boğuluyorum evet. Şarkılar da kurtarmıyor bazen. Ece diye aratınca, Kum Saati CD’mi amazon.co.uk web sitesinde bulmak beni ayrı sevindirdi. Çok değerli böyle sürprizler. Ece DorsEy yazmışlar ama E harfi beni hiç rahatsız etmedi, bilakis eğlenceli bir değişim olmuş. Farklı bir sanatçı ismi almak gibi.

Gazino Show

Hakan Eren’in başarılı organizasyonu, Gazino Show, geçen Cuma akşamı (2 Aralık 2011) Bostancı Gösteri Merkezi’nde perde açtı ve benim gibi , gazino dünyasına uzak birine bile unutulmaz bir akşam yaşattı. Tüm ekip toplanıp cümbür cemaat gittik : Naim Dilmener, Ayhan Ersunan, Ertan Akar, Murad Çobanoğlu… Gelmem için ısrar eden dostlar sağolsun. Çok ama çok keyifli geçti. Biricik dostumuz; unutulmaz Cici Kızlar’ın yıldızı ve solo işlerine devam eden Bilgen Bengü sahneden selam verirken dünya tatlısıydı. Nur Yoldaş, Seçil Heper, Berkant, Seyyal Taner, Tülay Özer, Ersan Erdura, Ercan Turgut, Neşe Karaböcek gibi isimler bizi adeta bir zaman tüneline götürdüler. Çok klişe bir laf oldu ama öyle. Benim gibi, bu dünyalara nispeten uzak yetişmiş birinin dahi nasıl eğlendiğini görmeliydiniz. Nakaratlarda sesim kısıldı. Ekibi beklerken bir ara, kulise girmiştim. Orada yakın dostumuz Bilgen Bengü’ye sarıldım, eşiyle sohbet ettim, Erkan Özerman’la selamlaştım, geceyi görkemli sunumuyla şenlendiren sevgili Elhan Tok’u gördüm, tatlı bir heyecanı vardı. “Drag Show” gibi bir müzikal havası da yarattı, acayip kıyafetler ve kadın kıyafeti giymiş erkeklerin podyumda yürüyüşü. Dansöz de vardı ama Naim bey de dansöz sevmezmiş, ben de pek ilgilenmedim şovun dansöz kısmıyla doğrusu. Uzaylı kaldım o kısmına. Gerçi U2 grubunun bayıldığım ZOO TV turnesinin sahnesinde de dansöz çıkar ama o kısmı da hep ileri sararım izlerken. Pek sarmaz beni. En önden seyretmek de ayrı bir keyifti doğrusu. Bolca sohbet ve dedikodu da oldu tabii. Sanatçıların sahneden özellikle bizlere selam vermeleri de ayrı değerde bir güzellikti. Kısacası; Gazino gecesi, çocuklar gibi şendik! Düzenleyen ve ısrarla çağıranlara , buradan selam olsun.

Ece Dorsay
ecedorsay@yahoo.com

9 Aralık 2011 Cuma

Twitter, Lost, Modern Hayat

Twitter, Lost, Modern Hayat
4 Aralık 2011 BirGun Pazar Eki

Bugünkü köşem mizahi ve deneysel olsun istedim. Yazılması gereken bir yazı var. Bazen deneme sularında yüzmek istiyorum. Belli bir konusu, teması olmayan ama insanda bir takın duygular uyandıran yazılara düşkünüm. Şiir veya deneme türü oluyor bu. Böyle bir kitap hayalim de var. Bilinçaltımız bize çok şey anlatıyor bazen. Sabah içtiğim çay ve yanında halka, en standart ve banal kahvaltı bu olabilir. Sadelik güzel yine de. Pratik olmak, çağımızın bir hastalığı. Vaktiniz geniş olduğu halde bile pratikseniz, artık bu durum, yaşam standardınız olmuştur. Modern yaşam, bizleri bilgisayarın, internetin ve afyon gibi cihazların en yakın dostu yapıyor. Bu buluşlar müthiş olsalar da, beni üzdükleri yan, iletişime de engel oluşturabilmeleri…Tamam, çok güzel köprüler kurmamıza sebebiyet verip, birbirimizi birçok olaydan ve yaptıklarımızdan haberdar etmemize yarıyorlar ama bir noktada handikap oluşturuyorlar. Bir noktada, ara sıra görüşmek yetmemeli…Tamam artık, daha fazla görmeliyiz birbirimizi, burası sadece ekran denilebilmeli. Bu inisiyatifi ben alabiliyorsam niye herkes alamasın? Bazı kişilerin canına tak ediyor tabii internet sohbetleri. Bazen herkesin canına tak ediyor. Bunun sıklığı önemli. Hangi sıklıkla bunalıyoruz bu beyaz camdan? İşte önemli soru bu…
Lost (Kayıp) dizisi dünyada izlenme rekorları kırdı. Beni hiç sarmadı bu dizi. Neden? Bu kadar karmaşa ve uzun süren bir dizinin absurd’lüklerini izlememe gerek yok çünkü ben kendi hayatımda zaten sürekli data topluyorum. Muazzam detaylar…Çok sevdiğim birini gördükten sonra, ikimizin de sevdiği şarkıların çok gittiğimiz yerde çalması gibi…
Değerli bir dostumun, sayfasında paylaştığı gemi fotoğrafının gerçeğini 2 gün sonra görmem ve o fotoğrafın orijinalini de aynı hafta görmem gibi… Bu tür detaylar saymakla bitmez. Ben üstünkörü geçtim bu yazıda. Güzel detaylar, güzel an’ları süsler…
Twitter’da yegane sevmediğim şey, negatif insanlar ve onların hedefi kim olduğu belli olmayan şikayet/eleştiri/ukalalık/nefret yüklü imaları. Elimde olsa böylelerini listemde de tutmam ama bazılarına mecbur kalıyorsunuz işte. “Atsan atamazsın, satsan satamazsın” türü insanlar da var çevremizde ne yazık ki. Hedef ben veya dostlarım olmasa bile bu tür, sürekli olumsuz ve art niyet dolu cümleler yazanları etrafımda tutmak istemiyorum. Enerjileri ile etrafa öfke saçıyorlar, şiddet saçıyorlar veya en hafifinden sinir bozuyorlar.
Oysa, güzel, eğlenceli veya farklı bilgiler paylaşanlar hemen kendilerini belli ediyor ve insana huzur veriyolar. Bazısı ise sadece onun bunun hayatı üzerinden ahkam kesmeye çalışıyor kendince. Daha da komiği, Twitter’dan diğerinin hayatı hakkında fikir edindiğini zannediyor.
Bu aralar en çok dinlediğim albüm; Tindersticks’in Curtains’i. (Perdeler) Müthiş bir albüm…Uzun zamandır bir köşede, tekrar dinlenilmeyi bekliyormuş. Bazı albümleri doğru zamanda dinlemek diye bir şey var gerçekten. Jeff Buckley’den Grace de böyle olmuştu.
O yüzden Curtains’i yeni keşfettim sayıyorum kendimi. Önceki dinleyişlerimi saymıyorum bile. Şimdi albümü daha fazla hissederek dinlediğimi düşünüyorum. Algıların ve kalbin açık olması diye bir şey var. Bazı albümleri dinlerken, üçüncü gözü açmak gerekir. Başyapıt albümlerde bu böyledir. Grace gibi, Curtains gibi, Achtung Baby gibi…Hepsi muazzam albümler benim için… Hayatımın, farklı içsel yolculuklarına tanıklık ve dostluk ettikleri için.

1 Aralık 2011 Perşembe

FREDDIE MERCURY : Müthiş bir Rock Yıldızı

FREDDIE MERCURY : Müthiş bir Rock Yıldızı
27 Kasım 2011 BirGun Pazar Eki

24 Kasım, Freddie Mercury’nin ölüm yıldönümü. Gerçekten büyük bir sesti ve sahne şovu da muazzamdı. Sanatçı kişiliğiyle gerçekten mühim bir iz bıraktı. 17 yaşına kadar Hindistan’da yaşamış 4 oktav sesli şarkıcı ve besteci, ufak yaşta piyano çalmayı öğreniyor ve nota bilgisi az olmasına rağmen Bohemian Rhapsody gibi sofistike besteler yapıyor. Grup elemanlarının katkılarına da çok açık bir grup lideri. Beri yandan “Crazy little thing called love” (Aşk denilen çılgın şey) şarkısını az çalabildiği gitarla 3 akor ile besteliyor.
Guns N Roses, Bon Jovi, U2, Queen gibi gruplar büyük stadyum gruplarıydı artık günümüzde böyle dev gruplar yok. Star’lık kurumu da kalmadı, büyük gruplar ve onların karizmatik liderleri/solistleri de kalmadı. Zaten Queen dışında hala varolan, bu saydığım gruplar ise epey bozuldu, eski inandırıcılıklarından eser kalmadı. Fazlaca şirketleştiler. Örneğin U2, Facebook ve Apple gibi şirketlerle dansetmeye başladı. Radiohead solisti Thom Yorke gibiler ise anti-star duruşlarıyla dikkat çektiler. Coldplay solisti Chris Martin, zaten sizlerden biriyim imajını gözümüze soktu. aslında genelde, vokalin, tavrın, duruşun, farklılığın sınırlarını zorlayan az sanatçı var veya sadece böylelerine sanatçı demek lazım. Freddie, şüphesiz gerçek bir sanatçı ve yıldızdı. AIDS yüzünden kendisini kaybettik ve bir şekilde bu hastalığa dikkatleri çekip daha fazla insanın duyarlı davranmasına sebep oldu.
Rock ve pop yıldızlarının isim değiştirerek, daha başarılı olması da hep ilginç gelmiştir. Örneğin Freddie Mercury’nin gerçek ismi Farrokh Bulsara’dır ve ismini tamamen değiştirmişti. Bono’nun gerçek ismi Paul Hewson, Elvis Costello’nun da ismi gerçek ismi değil…Say say bitmez…Bizde de böyle örnekler çok : Nev (Nevzat Doğansoy), Yalın (Hüseyin Yalın), Mabel Matiz (Fatih Karaca) gibi… Kimi sanatçı için bu isim değişikliği elzem olabilir çünkü kendi isimleri pek matah tınlamıyor olabilir ama ben herşeye rağmen, bir insanın kendi isminden kaçmaması gerektiğine inanırım her zaman.Dünya çapındaki isimlerde biraz daha anlıyorum çünkü global sektörde, kötü bir isim tahammülsüz bir tepki alabilir ama ülkemizde isim değiştirmek bana çok da gerekli gelmiyor, çok berbat bir ismin olmadıktan sonra. Bu benim kişisel görüşüm. Belki ben de Ece veya başka soyadıyla çıksaydım, tüm o saçma önyargılardan da kurtulurdum. Hatta daha komiği; yabancı bir isimle çıksaydım mesela : Valerie gibi filan, kırmızı halı bile görebilirdim. (buraya bir gülme işareti lütfen)
Freddie Mercury’den nerelere geldik. Geçen hafta Jeff Buckley’in doğumgününe özel program yaptım Açık Radyo’da. Cumartesi’leri saat 18:00’da devam ediyorum programa. Dağınık Oda ismi….Bana ve alternatif sevenlere bir merhem oluyor. Bu haftalar, çok değerli çınarlarımızı kaybettik. Ömer Lütfi Akad gibi müthiş bir yönetmen aramızdan ayrıldı. Aile dostumuzdu. Bir efsaneydi. Bir çok harikulade filmin yanı sıra, Vesikalı Yarim gibi müthiş bir aşk filmine de imza atmıştı. Hemen üstüne, kalbi her daim bin parça eden bu filmin şarkılarını söyleyen Şükran Ay’ı da kaybettik. Çoğunluk tarafından yalnızca Savaş Ay’ın annesi olarak tanınması da, böylesine değerli ve önemli bir sanatçı için hüzünlü olsa gerek… Sesinden bihaber epey insan varmış. “Kalbimi Kıra Kıra” da filmin iz bırakan şarkısı…
Sinema sanatına hayranım ama hayatın kendisine daha düşkünüm ben. Hayatın kendisi, daha öğretici, şaşırtıcı, ufuk açıcı ama tabii daha zor. Gerçi şarkılar olmasa, daha çekilmez olurdu hayat o yüzden en tepeye şarkıları koyuyorum galiba… Dinlemek ve bestelemek; beni ben yapan şeyler…
Ece Dorsay
ecedorsay@yahoo.com