Gökkuşağının altından geçerken...

Gökkuşağının altından geçerken...

9 Aralık 2011 Cuma

Twitter, Lost, Modern Hayat

Twitter, Lost, Modern Hayat
4 Aralık 2011 BirGun Pazar Eki

Bugünkü köşem mizahi ve deneysel olsun istedim. Yazılması gereken bir yazı var. Bazen deneme sularında yüzmek istiyorum. Belli bir konusu, teması olmayan ama insanda bir takın duygular uyandıran yazılara düşkünüm. Şiir veya deneme türü oluyor bu. Böyle bir kitap hayalim de var. Bilinçaltımız bize çok şey anlatıyor bazen. Sabah içtiğim çay ve yanında halka, en standart ve banal kahvaltı bu olabilir. Sadelik güzel yine de. Pratik olmak, çağımızın bir hastalığı. Vaktiniz geniş olduğu halde bile pratikseniz, artık bu durum, yaşam standardınız olmuştur. Modern yaşam, bizleri bilgisayarın, internetin ve afyon gibi cihazların en yakın dostu yapıyor. Bu buluşlar müthiş olsalar da, beni üzdükleri yan, iletişime de engel oluşturabilmeleri…Tamam, çok güzel köprüler kurmamıza sebebiyet verip, birbirimizi birçok olaydan ve yaptıklarımızdan haberdar etmemize yarıyorlar ama bir noktada handikap oluşturuyorlar. Bir noktada, ara sıra görüşmek yetmemeli…Tamam artık, daha fazla görmeliyiz birbirimizi, burası sadece ekran denilebilmeli. Bu inisiyatifi ben alabiliyorsam niye herkes alamasın? Bazı kişilerin canına tak ediyor tabii internet sohbetleri. Bazen herkesin canına tak ediyor. Bunun sıklığı önemli. Hangi sıklıkla bunalıyoruz bu beyaz camdan? İşte önemli soru bu…
Lost (Kayıp) dizisi dünyada izlenme rekorları kırdı. Beni hiç sarmadı bu dizi. Neden? Bu kadar karmaşa ve uzun süren bir dizinin absurd’lüklerini izlememe gerek yok çünkü ben kendi hayatımda zaten sürekli data topluyorum. Muazzam detaylar…Çok sevdiğim birini gördükten sonra, ikimizin de sevdiği şarkıların çok gittiğimiz yerde çalması gibi…
Değerli bir dostumun, sayfasında paylaştığı gemi fotoğrafının gerçeğini 2 gün sonra görmem ve o fotoğrafın orijinalini de aynı hafta görmem gibi… Bu tür detaylar saymakla bitmez. Ben üstünkörü geçtim bu yazıda. Güzel detaylar, güzel an’ları süsler…
Twitter’da yegane sevmediğim şey, negatif insanlar ve onların hedefi kim olduğu belli olmayan şikayet/eleştiri/ukalalık/nefret yüklü imaları. Elimde olsa böylelerini listemde de tutmam ama bazılarına mecbur kalıyorsunuz işte. “Atsan atamazsın, satsan satamazsın” türü insanlar da var çevremizde ne yazık ki. Hedef ben veya dostlarım olmasa bile bu tür, sürekli olumsuz ve art niyet dolu cümleler yazanları etrafımda tutmak istemiyorum. Enerjileri ile etrafa öfke saçıyorlar, şiddet saçıyorlar veya en hafifinden sinir bozuyorlar.
Oysa, güzel, eğlenceli veya farklı bilgiler paylaşanlar hemen kendilerini belli ediyor ve insana huzur veriyolar. Bazısı ise sadece onun bunun hayatı üzerinden ahkam kesmeye çalışıyor kendince. Daha da komiği, Twitter’dan diğerinin hayatı hakkında fikir edindiğini zannediyor.
Bu aralar en çok dinlediğim albüm; Tindersticks’in Curtains’i. (Perdeler) Müthiş bir albüm…Uzun zamandır bir köşede, tekrar dinlenilmeyi bekliyormuş. Bazı albümleri doğru zamanda dinlemek diye bir şey var gerçekten. Jeff Buckley’den Grace de böyle olmuştu.
O yüzden Curtains’i yeni keşfettim sayıyorum kendimi. Önceki dinleyişlerimi saymıyorum bile. Şimdi albümü daha fazla hissederek dinlediğimi düşünüyorum. Algıların ve kalbin açık olması diye bir şey var. Bazı albümleri dinlerken, üçüncü gözü açmak gerekir. Başyapıt albümlerde bu böyledir. Grace gibi, Curtains gibi, Achtung Baby gibi…Hepsi muazzam albümler benim için… Hayatımın, farklı içsel yolculuklarına tanıklık ve dostluk ettikleri için.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder