Gökkuşağının altından geçerken...

Gökkuşağının altından geçerken...

18 Nisan 2011 Pazartesi

İzmir Dolu Bir Hafta

İzmir Dolu Bir Hafta
17 Nisan 2011 BirGun Pazar Eki


Bir hafta, ışık hızıyla geçti. İzmir’de ilk konserimi verdim. Ne de olsa baba memleketi derler ya. 10 yaşında İstanbul’a gelmiş babam ailesiyle. Karşıyaka’lıymış, bilen bilir. Kan çeker derler ya, sanal alemde de birçok dinleyicim İzmir’li çıktı. Geldim gördüm ve İstanbul curcunasına geri dönüyorum. Aklım ve yüreğim buralarda kalacak. Hiç şüphem yok. Sık sık gelmek isteyeceğim. Buranın mevsimi, ılıman iklimi, palmiyeleri, sahili, boyozlu kahvaltısıi Alsancak’taki barlar sokağı burnumda tütecek. Bir daire tutsan keşke dedirten bir şehir.


Tabii tüm bunlarla bitmiyor güzel masal. Konserimin epey kalabalık ve güzel geçmesi, burada candan bir dost/kardeş edinmek paha biçilmez. Daha dönmeden evvel bile ayaklarım geri geri gidiyor adeta. İstanbul’a doğru dönüş epey zor geliyor şu an ruhuma. Belki de ilk defa bu kadar yakından tanıdım İzmir’i…İlk defa içli dışlı oldum bir parçamın olduğu şehirle… Bu çağda çok az insana nasip olabilecek gerçek dostluğu ilk defa burada doyasıya yaşadım desem abartmış olmam. İstanbul’da böylesine sıcak bir Ege ruhu bulunur mu, gerçekten sanmıyorum. Keşke olsa…

Gerçekten sözlerle anlatılmıyor bazı şeyler. Bu satırlara ne yazsam boş. Öylesine ruhani ki bazı yolculuklar, kelimelere sığmıyor. Antik Yunan çağındaki dostlukları biraz daha kavradım sanki. Birbirini kardeş gibi koruyan, kollayan iki dostun yarattığı mucize. Adına da derler İzmir.

Tırnaklarla katedilern bir yolun gönüllü şövalyesi olarak müzikal yolları karış karış gezerken yalnızlık ile dayanışma arasında bir yerdeydim.Çölleşmiş ruhların arasından biraz daha çiçekli bir yolun bana göz kırptığına uyandım. Sırtıma çantamı alıp, korkarak ama inanarak çıktığım bir yolculuğun, çiçek açışına şahit oldum.

Konserime, sınavlarını riske atıp beni izlemeye gelmiş dinleyicilerimle tanıştım. Hepsi ayrı bir dünya idi. Beni en çok vuran ise, onlarla ortak bir paydamız vardı, bu çok belliydi. Duruş, tavır, tarz, duyarlılık…Sanki küçük kardeşlerim gelmişti konsere. Bu duyguyu ilk defa ve en fazla İzmir’de yaşadım.

Yepyeni kapılar, dünyalar, umutlar, güzellikler… Bunlara şahit olmak güzeldi.
İçimdeki hüzün, buraya bir süreliğine de olsa veda etmenin hüznü. Öyle zor geliyor ki. Sanki burada doğmuş ve büyümüşüm de bir süreliğine ayrılmak zorunda kalıyormuşum gibi, insana batan bir hüzün…Acıtan ve kanatan...İnsanı da iklimi kadar ılıman kalmış bu güzelim şehri bırakmak benim gibi biri için gerçekten zor. Zerre kadar abartmadığıma emin olabilirsiniz. Az bile bu tarif…


İnsan, kökenlerini tanımak için çaba göstermeli ve geçmişiyle yüzleşmeli… Bu şehirde gerçekten anlamlı bulduğum gezilerden biri de babamın doğduğu yere, Karşıyaka’ya gitmek oldu. Gidip görmezsem aklım kalacaktı. Yemyeşil bir sahil, palmiyeler, Caddebostan’ı andıran sokaktaki kafeler, güneşli havayla birbirlerini tamamladılar şansıma. Ben dönerken Nisan yağmurları ve fırtınalar göz kırpacak gibi oldular. Bir haftada 2 mevsim görmüş gibi oldum. Bu yolculuk İzmir’de ilk konserimi vermenin ötesine geçerek, manevi bir başlangıç oldu benim için : Köklerime ve sevdiklerime bir selam ve bir tür içsel kavrayış, uyanış….

Ece Dorsay
ecedorsay@yahoo.com

İnşaat Halindeki Gökdelenler

İnşaat Halindeki Gökdelenler
3 Nisan 2011 BirGun PAzar eki


Puslu göğe bakıyorum. İnşaat halindeki gökdelenler yükseliyorlar bulutlara doğru.

Gökyüzünü kapatıyorlar. Gitarlarıma bakıyorum. Al hepsini ve git bu şehirden diyor içimdeki bir ses bana. İnsanın insana dokunduğu daha güzel bir yer bul. Bu şehirdeki lağım fareleri insanın ruhunu da kemiriyor. Rahat vermiyorlar gecelerime. Kendi iç seslerimi kesmekten ziyade kaçıyorum hepsinden. Zaten susmuyorlar. İnternetin ışığı gözlerimizi alırken, gecenin rengine bürünmek zorlaşıyor. Herkes birbirinin sesini dinliyor. Kimlik krizi içindeki yurdum insanı işte deyip geçmek de kolay değil. Etrafımızı saran krizler asla bitmiyor. Görgünün ve görgüsüzlüğün çatıştığı, cehaletin her şeyin üzerine basarak yürüdüğü bir vahşi ormandayız.

Kılımız kıpırdayamıyor. Sarılmış her bir yanımız.


Ruhsal iç çekmelerimizi ancak gerçek bir dost duyabilir. Çok şansa bulunur belki birkaç tanesi… Çok sayıda AZ insan olacağına, az sayıda ÇOK insan olsun. Sayısı az ama içi çok olsun. Hep bunu diledim yukarıdaki güçten. Sevilmediğim çocuk parkında duramam ben.

Sevildiğim basketbol sahasını veya konser salonunu tercih ederim. Kelimeler bazen esir alır bazense yol gösterir. Şairin ellerini ödünç almak yüreğini almaktan daha zor.

Yürekli olmak bazen çok yorulmayı da gerektirir. Yürekli bir yorgun olmaktan bıktım. Yürekli ama umursamaz olmak ; işte böyle paradoksal dengelere ihtiyacımız olan bir ortamdayız.


Kır saçlı dedelerin bile halimize acıdığı bir dönemin orta yerinde, elinde bastonu ile yürüyen kendi halindeki ihtiyar daha mı bahtlı? Gençliği nasıl geçti acaba? İnternetin ışığı gözünü almadı onun ve yormadı kafasını. Gerçek acıları tattı ama yapay dünyadan uzak yaşadı.

Müziğin en yüce sığınak olduğu artık şüphe götürmüyor. Plastik insanlar ile derdim diyordum ki aslında hakikiymiş gibi ışık saçan ama altından yine yapmacık çıkan arızalı tipler de tanıdım. Rol yapıyor büyük çoğunluk elbet. Artık buna emin olmak şart oldu.

Küçük İskender dizeleri biraz silkeler insanı :

Ağır Bir Parfüm Reveransı

Senden Sonraydı..
hayvansız kalmış bir orman
gibi ağlamaklıydı kainat;
Senden Sonraydı..

hangi dağda ateş yansa
o yana ağlardı atlar,
ve bir kartal
bir kartala dayıyorsa başını
aşk
çağrıldığı her randevuya
geç kalmış demekti!

Senden Sonraydı..
gökyüzüne teslim oluyordu ayışığı
ah onun zarif parmaklarına dolanmış kuğular,
ve kalbi delik bir melek sabahlıyordu
yeryüzünde,
ümit: kurugül çocuk! ümit: aksigül çocuk!
hayat! beni ılık ılık esir al!
diye bağırıyordum çakal karasında
hançer nefesinde!

-K. İskender-

Ece Dorsay

ecedorsay@yahoo.com

Lady Gaga : Global Fahişe mi, Global Aktivist mi?

Lady Gaga : Global Fahişe mi, Global Aktivist mi?
27 Mart 2011 BirGun Gazetesi PAzar Eki

Lady Gaga, bizim semalarda şarkıları ilk yankılanmaya başladığı zaman pek dikkatimi çekmemiş bir isimdi. Farklı bir duruşu ve sesi olduğunu elbette sezmiştim ama müziği o kadar mamül kokuyordu ki, kulak kabartıp dinlemek içimden bile gelmedi. Popüler kültürün kuralı bu’dur, ilgisiz kalsanız bile, bir şarkıcıyı o kadar çok şişirirler ki, eninde sonunda merak eder ve kulak kabartıp bakarsınız. Video kliplerinin diğerleri gibi iç bayan müstehcenlikte olduğunu düşünürken aslında gökkuşağı dünyasına göz kırpan ve sıra dışı karakterleri oynatan, modaya önem veren bir pop star olduğunu anlamam uzun sürmedi.

Bir ödül törenine, vücuduna hayvan etleriyle sarılı halde çıkmasıysa, reklam için her şeyi yapacak bir sabun köpüğü bu kadın ve üstelik irrite edici dedirtti. Facebook’tan bu fotoğrafı paylaştığımda aldığım tepkiler, diğerlerinin de benimle aynı fikirde olduğunu gösteriyordu.


Daha sonra, eşcinsel haklarıyla ilgili bir mitingde yaptığı konuşmaya denk geldim. Obama’yı, verdiği sözleri tutmaya davet ediyordu. Epey özgüvenli ve ateşli bir inanca sahipti.

Bu konuşma, gerçekten dikkatimi çekti ve Lady Gaga’nın, tüm reklam kokan icraatlarına rağmen, star hanesine kocaman bir artı puan olarak yazdığım hareketi oldu. Elbette burada ilgilendiğim, Lady Gaga’nın amacı değil. Yine taraftar topluyor da olabilir ama hizmet ettiği amaç, uzun vadede LGBTT topluluğu ve insan hakları hareketi için çok faydalı. Kitlelerin ilgisini çekme gücünü, böyle bir hareket için kullanması faydalı.U2’dan Bono’da şişinip ününe ün katarak hepimizi bir nebze rahatsız etmeye başladı ama en azından gelecek için fidanlar ekiyor. Her zaman olumlu tarafı da görme taraftarıyım.Bir politikacı konuşsa, gençler üzerinde bu kadar etkili olamaz ama popüler bir sanatçı, bu konuşmasıyla önyargıları azaltabilir. Elbette, böyle bir konunun çözümlenmesi kolay değil ama hepsi önemli birer adım.

Hayırseverlik konusundaysa Wikipedia’nın yalancısıyım : “Müzik kayıtları dışında Lady Gaga birçok yardım kuruluşuna katkıda bulunmaktadır. 2010 Haiti depremi'nin ardından ortaya çıkan seferberlik sırasında Gaga, turnesi kapsamındaki 24 Ocak konserinin tüm gelirlerini Haiti'ye aktardı. Bağışlanan miktar $500.000'ın üzerindeydi. Sanatçı ayrıca genç kadınlara HIV/AIDS riskini anlatarak bilinci arttırma çabalarıyla da bilinmektedir. Cyndi Lauper ile beraber Gaga MAC AIDS Fund'ın VIVA Glam kampanyasıyla ortaklaşa $160 milyondan fazla parayı AIDS ve HIV ile savaşmak için bağışladı. VIVA Glam'in ruj ve dudak parlatıcılarından gelen tüm gelirler doğrudan hastalığı kapmış insanlar için ayrılmış fona aktarılmaktadır. Bir demecinde Gaga şunları söyledi: "Kadınların kendilerini koruyacak gücü kendilerinde bulmalarını ve güçlü olmalarını istiyoruz. Çantanızda bu aldığınız rujları saklayın. Erkeğiniz yatakta çıplak olarak sizi beklerken yatak odasına gidin ve rujunuzu sürün ve getirdiğiniz prezervatifi kullanın. İstisnası olmasın." Lady Gaga 2011 de Japonya'da derçekleşen 9.0 büyüklüğündeki depremden sonra Japonya'ya yardım için bir bilezik tasarlıyacağını söylemişti. Bilezik satışa sonulduktan sadece 2 gün sonra elde edilen gelir çeyrek milyon dolara ulaşmıştı.”

Vardığım sonuç ise : Zaten 2000’lerde global çaptaki popüler müzik, olabildiğince plastik ve yapmacık. Bir sürü işe yaramaz ve global atık diyebileceğimiz şarkıcı var. Hiç değilse Lady Gaga, biraz sınırları zorlayarak, örümcek ağı tutmuş muhafazakar kafaları cilalıyor, silkeliyor, sesini duyuruyor. Marjinalleştirilen hareketlere selam çakıyor ve dışlanan kitlelerin toplumdaki eşit haklarını hatırlatıyor. Britney Spears olacağına Lady Gaga gibiler olsun, yeğlerim. Ödül törenindeki et faciası elbette affedilmez bir kitsch (kiç) hareketti. Dediğim gibi, ben bu kadını orijinial bulmuyorum ve onaylamıyorum ama varolan popüler kültüre bir tazelik getirdiğini düşünüyorum. Özellikle, LGBTT hakları için yaptığı cesur konuşmadan sonra.


Ece Dorsay

ecedorsay@yahoo.com