Gökkuşağının altından geçerken...

Gökkuşağının altından geçerken...

20 Ocak 2012 Cuma

Almodovar filmi ve müzikleri

Almodovar filmi ve müzik dergileri
15 Ocak 2012 BirGün Pazar Eki

Elimde 3 adet nefis dergi var. Nedir onlar? Q dergisi var. Kapağında Coldplay var. Epeyce fazla sevilmiş bir grup bu, müzik sektörü tarafından. Ben de severim ama bu kadar göze sokulunca sanki abartıldıklarını düşünüyor insan, ister istemez. Chris Martin ve Gwyneth Paltrow’un müzik medyasını meşgul eden beraberliklerinden fotoğraflar var. Beni ilgilendiren kısmı ise, Chris’in müzik sektörü ve kendi durdukları yer hakkında söyleyecekleri. Aslında en güzel sürpriz Uncut dergisinin özel The Smiths sayısı. Bulursanız alın, Tabii ingilizceniz varsa. Bağımsız ruhlu güzide grubun tüm hikayesi diyor kapakta. Az bulunan fotoğraflar, The Smiths öncesi zamanlar, sahne arkası hikayeleri (bir rock grubunun olmazsa olmazıdır aslında bu), grubun beyni Morrissey ve Marr röportajları, tüm albümler hakkında yorumlar… The Smiths seven biri zaten kaçırmamalı ama genelde alternatif ve indie sularında gezen hiç kimse kaçırmamalı diyorum. Eskiden Guitar Player gibi gitar tekniği dergilerini daha çok alırdım sonra bir süre hiç dergi almamaya başladım şimdi tekrar dönüş oldu. Daha ziyade önceden de aldığım Q ve tabii daha bir tavırlı Uncut, Mojo gibi dergileri alıyorum zaman zaman. Guitar Player gibi teknik dergilerden de illa ki bir adet oluyor poşetimde.

Geçen Cumartesi radyo programımda Patti Smith çaldım ve Patti’nin Çoluk Çocuk adlı otobiyografisinden bahsettim. Daha evvel bu kitaba bir yazı ayırmıştım. Altmışların sonu ve yetmişlerin başındaki New York’un her tür insanına selam çakan , bir aşk öyküsü gibi başlayıp bir ağıt olarak sona eren muazzam bir gerçek hayat hikayesi. “Dancing Barefoot” yani “ Çıplak Ayak Dansetmek” adlı şarkının ismi her şeyi özetlemiyor mu? Çok azımız çıplak ayak dansetmeyi göze alıyoruz. Çoğunluk, adı üstünde, çoğunluk kolayı seçiyor.
Yüreğinin sesini dinleyip inandıklarını yapana çıplak ayak danseden diyoruz.

Almodovar’ın son filmi “İçinde Yaşadığım Deri” yi gördüm. İsmi gerçekten çok çarpıcı ve güzel filmin. Filmin kendisi, ismin hakkını vermedi sanki. Kişisel bir bakışla, benim beklediğim film değildi diyeyim. Toplumsal cinsiyet rollerinin sorgulanması elbette gerilim/macera dolu bir senaryo ile de yapılabilir ama bana fazla kitsch veya Hollywoodvari geldi birçok absürd olay. Yönetmen bunu bilerek ve isteyerek yapmış belli ki. Hele de filmin sonunda “ Ben seneler evvel o gördüğün erkektim” diyen “yeni kadın” ın son sahneyi böyle kapatması bana biraz banal geldi. Herşeye rağmen, şu ara film seçerken piyasadaki diğer filmlere tercih edilmeli çünkü sarsıcı ve sorgulatan bir film olduğunu inkar edemeyiz. Bir filmin içine bu kadar fazla absürd olay ve bu kadar problem koymak sanki biraz yoruyor. Absürd bir gerilim gibi duruyor. Bazı noktalarda mesajlar çok vurucu yine de. Tenin bir saplantı aracı olarak görüldüğü bir dünyada, estetik ameliyatları kendini Tanrılaştıracak kadar kontrol delisi ve intikamcı bi adamın kontrolden çıkmasıyla olanları izliyoruz. Aslında bu karakter farklı okumalara açık. Yarattığı dram da.

Zenne filminin galası ve basın gösterimine davetiye geldi ama gidemedim. Cuma gösterime girmiş olacak ve ben bu yazı yayınlandığında filmi görmüş olacağım büyük ihtimal. Bir başka yazı da bu film hakkında olabilir. Açık Radyoya filmin müziklerinden bir CD geldi. Onu da dinlemeli. BKZ iletişim çok sıkı çalışıyor sürekli davetiyeler ve haberler gönderiyorlar.

Bu hafta, “İçinde Yaşadığım Deri” ve “ Zenne” filmlerini görün, biraz sarsılın, farklı bakış açıları kazanın diyorum. Her zaman gidilen patlamış mısır filmlerine biraz ara verin. Değişik seçimler yapın bu sefer. Sorgulayan, sorgulatan, farklı dünyaları anlatan filmler lazım şu zamanlarda hepimize. Kafa yapıları örümcek tutanların ise en önde gitmesi gerekiyor aslında.


Ece Dorsay
ecedorsay@yahoo.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder