Gökkuşağının altından geçerken...

Gökkuşağının altından geçerken...

8 Ocak 2012 Pazar

KIRMIZILIKLAR içinde BİR KADIN

KIRMIZILIKLAR içinde BİR KADIN
8 Ocak 2012 BirGun Pazar Eki

Kırmızılıklar içinde bir kadın. Yolunu arıyorken rastladığı bir palyaçoya yolu soruyor. Palyaço ona diyor ki : İzleri takip et. Hangi izler diyor kadın. O izleri görebilmen için mizahı ve melankoliyi derinden hissetmelisin diyor palyaço kadına. Kadın devam ediyor yoluna. Teşekkür ediyor bu tavsiye için. Minnettar sayılmaz ama kafası karışık kadının. Bulutlar çekilirken, güneşe doğru kaldırıyor kafasını. Yüzüne çarpan güneş ışıkları iyi geliyor.
Bir atı var sadece yol alabilmek için. Bu at epey huysuz. Bazen yoruluyor ve mola vermek zorunda kalıyorlar. Kadın aslında Jeanne D’Arc gibi. Cesur ve gözü kara.
Kırmızı yollardan geldim diyor kadın gökyüzüne bakarak. Hem güzel hem kaotik yollardı diyor. Kan kırmızı mı, kalp kırmızısı mı, gül kırmızısı mı, ruj kırmızısı mı; aslında hepsi. Kırmızının her türlüsünü görüyor ve yaşıyor kadın. Bazen coşku bazen keder. Orta yolu bulamadım diyor. Modern zamanların asansörlerinin verdiği klostrofobik hissin ruhani versiyonu. En üst kat ile en alt kat arasında iniş çıkışlar. An’lık bir mutluluk ve an’lık dibe vuruşlar. Asla yanıt bulamayan sorular. Huzur , çok nadiren ziyarete gelse de çabuk kaçıyor.
Kadın, inatla yol almaya devam ediyor. Bazen çok ağır bazen çok hızlı ilerliyor. Aslında hep aynı yerde dönüp duran çocuklar değil miyiz diye düşünüyor.
Çözümsüz olan şeyler varsa diyor, yolun sonunda ya da başında değiller. Aslında çözümler içimizde klişesine tutunuyor çünkü her şey zamanla bir şekil alıyor ama genelde acıdan geçerek oluyor bu ne yazık ki. Bir sefer de güzel kağıt gelse diyor. Joker mi olur, Vale mi…
Hayat bir iskambil oyunuysa, elimize dağıtılmış kartlarla idare etmek en asaletlisi olur diye iç çekiyor. Kırmızılıklardan sıyrılamayacağını biliyor çünkü yaradılışı bu.
Kadının tek kaygısı gideceği yerin yolunu bulmakken, yolun tadını çıkarmak istiyor ama bu yol engebeli elbet. İlerisi öyle net görülmüyor hatta bayağı flu. Aslında bu bilinmezlik,yolculuğa heyecan ve mana katıyor ama bazen işaretler arıyor yolda. Sığınacak limanı bulmak istiyor.
Yola devam derken, hava şartları sürekli değişiyor. Bu kadar değişken hava şartları olan bir şehrin yollarında çok dayanıklı olmak gerekiyor. Birgün içinde dört mevsim aslında metaforik olarak da doğru. Kırmızılı kadın, dört mevsimi her saat yaşıyor. Artık bir alışkanlık oluyor. Eklenen her yaş, bir bilgelik de getiriyor sanki beraberinde ama aynı zamanda yükü de artıyor sanki. Beklentiler ve sorular, yaş eklendikçe ağırlaşıyor sanki. Bir tarafı hafiflerken omzunun, diğer omzu ağırlaşıyor. Tuhaf bir denge veya dengesizlik.
Kendi dengesizliğine sarılıyor ki hayatın mevsimlerinin dengesizliği onu yıkmasın. Kendindeki dengeleri, hayatınkiler ile dengelemeye çalışıyor. Tam bir kelime ve hayat oyunu bu aslında. Ağır bir oyun. Ağırlığı oranında bazen güzel ama aynı oranda da zor.
Kırmızılardan silkelenmek istedi kadın ama onu kendine yaklaştıran da aynı kırmızılardı.
Sevdiği, inandığı, korktuğu, çekindiği, canını yakan kırmızılar… Kendiyle yüzleştiren ama sonra dünyanın ne kadar gaddar bir yer olduğunu hatırlatan, inatla yola devam ederken düşünmemeyi ve bu sayede habire düşmemeyi öğütleyen ve düşüncenin bazen kalbi boğduğunu kalbine çarpan kırmızılar.
Kırmızılar ile başa çıkmayı bilmeli… Zamanın öğrettiği en doğru dersti bu, kendi yolunda giden yani “yoldan çıkmış” güzel kadına…
Ece Dorsay
ecedorsay@yahoo.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder