Gökkuşağının altından geçerken...

Gökkuşağının altından geçerken...

12 Şubat 2012 Pazar

New York'lu İndie Grup : "Kalpte Saf Olmanın Acıları"

New York’lu İndie Grup : “Kalpte Saf Olmanın Acıları “
29 Ocak 2012 BirGun Pazar eki

Geçtiğimiz hafta; The Pains of Being Pure at Heart (Kalpte Saf olmanın Acıları) adlı New York’lu indie grubu Babylon’da izledik. 2007 yılında ilk EP’lerini çıkarmışlardı. Bu konsere gitmek epey iyi oldu. Shoegaze dedikleri türleri aslında bana The Smiths’in biraz daha sert ve vokalleri biraz daha silik halini hatirlatti. Aslında kıyas da kabul etmez ama The Cure ve The Smiths gibi temiz grup sound’unu, naifliği özlemişler için birebirdi konser bence. Enerjileri çok güzeldi. Şarkıları aslında konserdeki sound’a göre daha yumuşak. Clean yani temiz gitar seslerini konserde daha gürültülü çalıyorlar. Asla kötü olmuyor bilakis daha da enerji katıyor performanslarına.

Melankoliyi ve yaşama sevinci/coşkusunu bir arada hissettiren sözleri ve müzikleri var. Video klipleri de çok güzel özellikle The Body’nin klibini izlemenizi öneririm. Vokal o kadar müthiş değil ama bir bütün olarak bakıldığında çok güzel bir ruhları ve duruşları var. Bu masalsı ve naif duruş daha ziyade Amerika’dan çıkabilirdi çünkü İngiliz gruplar genelde daha ironik ve kiniktir. Tabii bu sadece genel bir gözlemim. İstisnalar kaideyi bozmaz misali. The Smiths ve The Cure biraz daha karanlıktır şarkı sözleri olarak da. Bu grupta da karanlık sözler var ama yine de modern hayattan şikayetleri ağır basıyor gibi ve naifler. Yalnızca iki albümleri olmasına rağmen epeyce yol almışa benziyorlar.

Nuri Bilge Ceylan’ın Bir Zamanlar Anadolu’da filmini sinemada görememiştim çünkü beraber gideceğim arkadaşlar ile bir şekilde zamanlarımız denk gelmemişti. Onları beklerken filmi kaçırdım daha sonra Dvd’den izledim ve hikayeye, kurguya, manzaralara kapıldım yine.
Bu tür sinemayı sevmeyenleri de anlıyorum. Sürekli hareket halinde bir olay takibine alışık izleyici, müthiş geniş açı planlarda kaybolmaya ve uzun uzun aynı planda kaybolmaya alışık değil. Uzun sekanslarıyla, Rus sinemasına da göz kırptığı da söyleniyor bu filmin.
Çok da sempati duymadığım Yılmaz Erdoğan’ı bu filmdeki komiser rolüyle çok başarılı ve inandırıcı buldum. Bir kere izlemekle yetinilecek bir film değil tabii. Tüm NBC filmleri gibi bir kaç defa izlemek gerekli.

Bu hafta, grip yüzünden ve hava şartları dolayısıyla evde hapis kaldığımı söyleyebilirim. Bu sebepten dolayı istediğim filmleri göremedim. Oscar adayı filmlerin zaten DVD’sini bulmak zor. En çok Sean Peann’in oynadığı Hayat Ağacı’nı merak ediyorum. Baş roldeki Brad Pitt’i her seferinde fazla parlak bulup rahatsız olsam da, her filmine inandırıcı bir ruh katmayı başarıyor, bazı polisiye/macera filmleri hariç. Sean Penn ise zaten her yaptığı iş ile beni kendisine hayran bırakanlardan.

Yunan yönetmen Angelopulos’un trafik kazasında ölmesi gerçekten herkesi şoka uğrattı.
Çok özel bir sinema anlayışı olan bu devrimci yönetmenin filmleri , oturup bir kez daha izlenilesi. Bana en hüzünlü gelen haberlerden biri de, kendisinin İzmir’de bir film festivali düzenleme hayali olduğuydu.

Karlar düşer ağlarım dizelerini mırıldanmak yerine pencereden dışarıyı seyrediyorum. Dilerim bu cumartesi de, günü radyo programımı gerçekleştirebilirim.
Joy Division dinleyin bu hafta veya Ani Difranco. Evde kapana kıstırılmış hissederseniz Joy Division, enerjik ve isyankar hissederseniz Ani Difranco öneriyorum. Her şey daha güzel olsun.
Ece Dorsay
ecedorsay@yahoo.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder