Gökkuşağının altından geçerken...

Gökkuşağının altından geçerken...

4 Eylül 2012 Salı


Kelimelerin Döküldüğü Yerde
5 Ağustos 2012 BirGün Pazar Eki 

Kelimelerin döküldüğü yerde, şifa geliyor mu acaba ruha? Kayıp ruhların, selamlaştığı sanal dünyada, gerçekliğinden kopmuş insanların kalp atışlarına maruz kalmak zor kimi zaman…
Sevginin, dostluğun, insanlığın yavanlaşarak kaybolduğu çizgisel bir daire. Her gün tekrarlarla yaşayan insancıklar. Kendi tekrarlarında kaybolan, nereye ve neye imza attığını bilmeyen, çaresizce, bilinçsizce yalpalanan ruhlar. Kimsenin birbirine hayrı kalmadığı gibi, tek verecekleri şey, zarar olan ruhlar. Bu yüzden işe, hobiye, uğraşlara sarılmak gerekiyor bu zamanda. İnsan odaklı bir çağda değiliz. Para veya genel kapsamda maddiyat odaklı bir çağdayız. Maddiyatın dibine vurulan bir ortamdayız. Dışarıda şimşekler çakıyor. İyi de geliyor ilk kez ruhuma. Tüm manasızlıkların orta yerine çakan şimşek, biraz olsun yeniden başlama gücü verebilir insana. İnsanlığın öldüğünü bilmem kaçıncı darbeyle anlıyorsunuz. İnanmak istemeyene anlatıyorlar : Tekmeleyerek dallarınızı, ezerek çiçeklerinizi.

Zarafet, incelik diye bir kavramın varlığı kalmamış. Nasıl göründüğünüze bakıyorlar. İyi görünmek çok kolay kimi için. Gerçekten yaptıklarınıza değil onları nasıl sunduğunuza, reklame ettiğinize bakılan bir çağdayız. Duyarlılıkların, pazarlandığı bir sanal ortamdayız. Kimse, gerçekten kendini taşıyamıyor. Kendi hissettiklerinin, inandıklarının arkasında duramıyor insan. Çok fazla çıkarı var. Çok fazla endişesi var. Kaybetmek istemediği çok fazla çürük elma var. Çağımızın insanı, siyasi görüşlerini savunurken, kendini gizliyor. İnsanın faşizme olan daimi öfkesi, kendi içinde gizlediği faşistle savaşı olabilir mi?  Dışavurarak, idealizmi öven söylemlerin sahipleri, kendi hayatlarında ne kadar idealist acaba? Hümanizm çığırtkanlığı yapanların, kalpleri taşla dolmuş, çok ironik… İnsanlıktan durmadan bahsedenlerin, insanlara tahammülsüz olmasına ne demeli? Ben öğrendim : İnsanların yaptıklarına bakıyorum artık, söylediklerine değil. Geç öğrendim belki bunu… ama yaptıkları derken sadece kariyer anlamında değil, iş anlamda değil. İnsanlara olan tavrına bakıyorum, tutarlı mı diye bakıyorum.

Kısacası insanlar, metaforik olarak, üzerlerine giydikleri kıyafeti ve taktıkları maskeyi ne kadar kendilerine uydururlarsa o kadar başarılı oluyorlar diğerlerini kandırmakta. Ruhunuzu, kalbinizi, inandıklarınızı göğsünüzde taşıyorsanız vay halinize. Ya çocuk muamelesi, ya saf muamelesi, ya da dışlanmaya maruz kalma. Bu paranoyak ortamda zaten sanal iletişim hiç tarzım değil ama buraya hapsettiler hepimizi. Başka tür iletişime kapalı milyon insan var mıdır?

Kelimeler, cümleler, paragraflar… Ne yazsak, ne desek, tam olarak ifade edemiyorlar parçalanmışlığımızı…  Hapsolduğumuz bu tüketim dünyasının içinde, ürettiklerimiz kuş yemi kadar değer görüyor ama bizim gibiler inatla devam ediyor çünkü başka bir varoluş biçimi bilmiyoruz, tanımıyoruz. Sürekli tüketerek yaşamak, eksik yaşamaktır. Hatta her gün biraz daha eksilmektir. Gerçekten üretimle uğraşan, kendini ve yaşamı yeniden üreten biri anlar bunu. Aslında üretmek sadece sanat veya işten ibaret değil. Hayatı daha manalı kılmak için, güzel bakış açıları üretmek en zoru. Bu bakış açısıyla daha verimli oluyor zaten insan. Bu karanlık çağda da, üretime dayalı bakış açısını içselleştirip, tüm kötülüklere rağmen yürümek zor ama denemeye değer… Başka ne için dünyadayız ki zaten?

Ece Dorsay




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder