Kelimelerin Döküldüğü Yerde
5 Ağustos 2012 BirGün Pazar Eki
Kelimelerin döküldüğü yerde, şifa geliyor mu acaba ruha?
Kayıp ruhların, selamlaştığı sanal dünyada, gerçekliğinden kopmuş insanların
kalp atışlarına maruz kalmak zor kimi zaman…
Sevginin, dostluğun, insanlığın yavanlaşarak kaybolduğu
çizgisel bir daire. Her gün tekrarlarla yaşayan insancıklar. Kendi
tekrarlarında kaybolan, nereye ve neye imza attığını bilmeyen, çaresizce,
bilinçsizce yalpalanan ruhlar. Kimsenin birbirine hayrı kalmadığı gibi, tek
verecekleri şey, zarar olan ruhlar. Bu yüzden işe, hobiye, uğraşlara sarılmak
gerekiyor bu zamanda. İnsan odaklı bir çağda değiliz. Para veya genel kapsamda
maddiyat odaklı bir çağdayız. Maddiyatın dibine vurulan bir ortamdayız.
Dışarıda şimşekler çakıyor. İyi de geliyor ilk kez ruhuma. Tüm manasızlıkların
orta yerine çakan şimşek, biraz olsun yeniden başlama gücü verebilir insana.
İnsanlığın öldüğünü bilmem kaçıncı darbeyle anlıyorsunuz. İnanmak istemeyene
anlatıyorlar : Tekmeleyerek dallarınızı, ezerek çiçeklerinizi.
Zarafet, incelik diye bir kavramın varlığı kalmamış. Nasıl
göründüğünüze bakıyorlar. İyi görünmek çok kolay kimi için. Gerçekten
yaptıklarınıza değil onları nasıl sunduğunuza, reklame ettiğinize bakılan bir
çağdayız. Duyarlılıkların, pazarlandığı bir sanal ortamdayız. Kimse, gerçekten
kendini taşıyamıyor. Kendi hissettiklerinin, inandıklarının arkasında duramıyor
insan. Çok fazla çıkarı var. Çok fazla endişesi var. Kaybetmek istemediği çok
fazla çürük elma var. Çağımızın insanı, siyasi görüşlerini savunurken, kendini
gizliyor. İnsanın faşizme olan daimi öfkesi, kendi içinde gizlediği faşistle
savaşı olabilir mi? Dışavurarak,
idealizmi öven söylemlerin sahipleri, kendi hayatlarında ne kadar idealist
acaba? Hümanizm çığırtkanlığı yapanların, kalpleri taşla dolmuş, çok ironik…
İnsanlıktan durmadan bahsedenlerin, insanlara tahammülsüz olmasına ne demeli?
Ben öğrendim : İnsanların yaptıklarına bakıyorum artık, söylediklerine değil. Geç
öğrendim belki bunu… ama yaptıkları derken sadece kariyer anlamında değil, iş
anlamda değil. İnsanlara olan tavrına bakıyorum, tutarlı mı diye bakıyorum.
Kısacası insanlar, metaforik olarak, üzerlerine giydikleri
kıyafeti ve taktıkları maskeyi ne kadar kendilerine uydururlarsa o kadar
başarılı oluyorlar diğerlerini kandırmakta. Ruhunuzu, kalbinizi,
inandıklarınızı göğsünüzde taşıyorsanız vay halinize. Ya çocuk muamelesi, ya
saf muamelesi, ya da dışlanmaya maruz kalma. Bu paranoyak ortamda zaten sanal
iletişim hiç tarzım değil ama buraya hapsettiler hepimizi. Başka tür iletişime
kapalı milyon insan var mıdır?
Kelimeler, cümleler, paragraflar… Ne yazsak, ne desek, tam
olarak ifade edemiyorlar parçalanmışlığımızı… Hapsolduğumuz bu tüketim dünyasının içinde,
ürettiklerimiz kuş yemi kadar değer görüyor ama bizim gibiler inatla devam
ediyor çünkü başka bir varoluş biçimi bilmiyoruz, tanımıyoruz. Sürekli
tüketerek yaşamak, eksik yaşamaktır. Hatta her gün biraz daha eksilmektir. Gerçekten
üretimle uğraşan, kendini ve yaşamı yeniden üreten biri anlar bunu. Aslında
üretmek sadece sanat veya işten ibaret değil. Hayatı daha manalı kılmak için,
güzel bakış açıları üretmek en zoru. Bu bakış açısıyla daha verimli oluyor
zaten insan. Bu karanlık çağda da, üretime dayalı bakış açısını içselleştirip,
tüm kötülüklere rağmen yürümek zor ama denemeye değer… Başka ne için dünyadayız
ki zaten?
Ece Dorsay
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder