Gökkuşağının altından geçerken...

Gökkuşağının altından geçerken...

1 Eylül 2013 Pazar

Tanita Tikaram Konseri - Londra’da Bowie Sergisi ve Once Müzikali

Tanita Tikaram Konseri - Londra’da Bowie Sergisi ve Once Müzikali

28 Nisan BirGün Pazar Eki

Ece Dorsay

ecedorsay@yahoo.com


Londra’ya gitmeden bir gece önce Ghetto’daki Tanita Tikaram konserine koştum. Epey maceralı bir hafta oldu kısacası. Tanita Tikaram çok sadeydi. Bas gitaristi hasta olduğu için, daha ufak bir orkestra ile sahne aldı. Müziğine yakışan zaten yalınlık. Ara sıra klavye de çaldı. Akustik gitarının askısı gökkuşağı desenliydi. Benim Kırmızı Karanlık klibimdeki askının aynısı diye geçirdim içimden. Tanita’nın da Tracy Chapman ve Ani Difranco kadar net bir duruşu olduğunu gördük bazı konularda. Bir solo gitar daha ve bir üflemeli eşlik etti Tanita’ya… Twist in my Sobriety’ı tahmin ettiğim gibi sonlara saklamıştı.

Ghetto’da biraz problem yaşanabiliyor çünkü sütunlarda sahne görülemiyor, kalabalık konserler bilhassa. Sonunda balkondan izledim. Müthişti. Tanita’nın müziğinde tek kusurlu bulduğum şey, monotonluk. Bir süre sonra, az da olsa ses oyunları istiyor insan. Hep aynı tondan şarkılar, kiminin uykusunu getirdi. Kaçırılmayacak bir konserdi herşeye rağmen. Çıkışta yanına gidip tanışmak çok kolay oldu. Nazikti, birkaç kare de fotoğraf çektirebildim, bu da bana sürpriz oldu aslında.

Bowie Sergisi

Londra’da en büyük bonuslarımdan biri, David Bowie sergisine denk gelmek oldu. Victoria and Albert müzesindeki bu sergi için uzun kuyruklara girmeyi göze aldım. Sergiyi gezmek 2 saatimi aldı. Bir ara belim çıkacak sandım, ayakta durmaktan. Gerçekten tüm yorgunluğa ve bel ağrısına değdi. 23 Mart ile 11 Ağustos tarihleri arasında sergilenmekte olan 300’den fazla Bowie eşyası (birbirinden kıymetli kıyafetler, kendi el yazısından şarkı sözleri, sinema ve fotoğraf sanatıyla ilgili eserleri, Bowie’nin müzik enstrümanları, video görüntüleri, imzalanmış turne anlaşmaları, stüdyo çalışmalarından izler, plak kapakları, konser afişleri)
Bowie’nin şarkıları eşliğinde, insanı bambaşka dünyalara götürüyor. Cinsiyetsizliğinin  ve insanın kendi kimliğini seçebileceğinin vurgusu, cesur kostümleri serginin en çarpıcı yönü…
Zeki Müren için böyle muazzam bir sergi hatta müze yapılsa keşke demeden geçemedim.

Serginin haberi şöyle verilmiş :

“ Londra’nın ünlü Victoria ve Albert Müzesi, David Bowie sergisiyle efsanevi müzisyenin 50 yıllık müzik kariyeri ve çarpıcı kişiliğine bir bakış sunuyor. Bowie’nin bestelerinden konserlerde kullandığı çılgın kostümlerine dek çeşitli nesnelerle sanatçının yaşamının karakteristik özelliklerini yansıtan sergi 300’ü aşkın parçadan oluşuyor.
David Bowie sergisi, sanatçının geçtiğimiz günlerde yayınladığı The Next Day adlı albümünün hemen ardından doğru bir zamanlama ile sanatseverlerle buluşuyor. Ağustos ayına dek sürecek serginin biletleri, açılış tarihi olan 23 Mart’tan çok önce 50 binlik satışla bir rekora imza attı. “

Once Müzikali

2006 tarihli filmin sahne adaptasyonu Once müzikalini Londra’ya giderken görmeyi planlamamıştım. Bir İngiliz gazetesinde Once Dvd’si reklamını gördüm sanıp baktım ve filmi tekrar mı oynuyor acaba dedim. Bir baktım ki, filmden müzikali uyarlanmış. Tam da Londra’da olduğum tarihlere denk geliyor, kaçmaz dedim. Filmin en bilinen şarkısı Falling Slowly’i güzel seslendirdiler. Banjo, mandolin, gitar, çello, keman, bas gitar, bazen davuldan oluşan kalabalık ama sade bir orkestra vardı. Orkestra derken, oyunda yer alan oyuncular çaldı tüm enstrümanları. Elbette oyunun kadın kahramanı, piyano ile eşlik etti.

30’lu yaşlarında Dublin’li bir genç müzisyen, kalp kırıklığı ile ilgili şarkılar yazıp barlarda söylemektedir ve para kazanmak için elektrik süpürgesi tamiri yapmaktadır. Hayatından bezmiştir ve müziği bırakmak üzeredir. Ta ki o kadınla karşılaşıncaya dek. Çek Cumhuriyetinden gelen kadın, bir müzisyen ve boşanmış bir annedir. İrlandalı müzisyene yardım etmek ister ve elektrik süpürgesini tamir etmesi konusunda ısrarcı davranır ama bir şartla ; şarkılarını kaydedecektir. Beraber çalarlar ve bu müzikal birliktelikten bir aşk doğar. İkisinin de birbirine tam olarak itiraf edemedikleri bir aşk….

Yer yer komik, yer yer melankolik, büyük bütçeler olmadan tasarlanmış sade bir müzikal.
Teknik aksaklıklar vardı, ses az geliyordu, mikrofon kullanımı eksikti ama tüm bunlara rağmen, konusu ve müzikleri itibariyle etkileyici bir müzikaldi.

Londra’da müzik dükkanlarında kendimi kaybettim yine. Elbette CD ve DVD’den bahsetmiyorum , hatta ikinci el enstrüman satan dükkanlar ve müzğik kitapları satan dükkanlar yegane adresim oldular. Banjo, ukulele ve mandolin arasında gidip gelirken, yahu bunların hepsi bizde bulunur, yıllardır hayalin olan lap steel’i alsana dedim kendime ve ikinci el, 1948 model Gibson Lap Steel’i kaptım. Uçağa el bagajı olarak alabilmekti zaferim.

Bir zaferim de, Bowie sergisinde, yasak da olsa, gazeteci ruhumla bir kac kare çekebilmek oldu…. Ki çeken birkaç insanı görünce, neden olmasın dedim… Paylaşmak istiyor insan gördüklerini… En azından ben böyleyim. Albert Royal Hall’da ise Chris de Burg konseri vardı ve ilk gittiğim konserlerdendir Açıkhava’da 91 yılında. Kulağı bile kapatmıştık, o kadar gürültülü bir sound çıkmıştı o zamanlar. Eskimiş de desek, Chris’in kalabalığına denk gelmek güzeldi. Daha önceki Londra seyahatimde ki , 10 sene önce oluyor, Paul McCartney’, canlı izlemiştim. Bir matraklık daha : Wi-fi, Londra’da tam bir komedi. Free wi fi lar hiçbir yerde çekmiyor ama müzede ve müzikalin olduğu Phoenix salonunda beleş wifi müthiş hızlıydı.
Tanita konseri ve ardından Londra, güzel izler bıraktı.

 Ece Dorsay

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder