Gökkuşağının altından geçerken...

Gökkuşağının altından geçerken...

19 Ekim 2009 Pazartesi

KELİMELERİN TUTSAKLIĞI

KELİMELERİN TUTSAKLIĞI

Kelimeler… etiketler… adlar, isimler… Bizi hem kısıtlayan hem de bir yere koyan şeyler… Kendimizi kaybettiğimiz yerlerde tutunduğumuz kelimeler…
Kendimizi ifade ederken yolumuzu tıkayan veya yolumuzu açan kelimeler…
Kimlik kartımızın üzerine, bize sormadan basılmış kelimeler. Etikete dönüştüklerinde ve yüreğimizi daralttıklarında tehlike arzediyorlar…
İfade aracımız olduklarında ve yeni ufuklara yelken açmamıza sebep olduklarındaysa varlıkları elzem… İsmimiz bile bir kelime… Benimseyip bağrımıza bastığımız ismimize bir başkasının da sahip olduğunu duyunca kendi kişiliğimiz giriyor işin içine ve benim ismim başka tınlıyor diye hissediyor bilinçaltından. Demek ki bizi ayıran ve birleştiren bu kelimelere fazla güvenmemek gerekiyor. Ne de olsa insanın yaratımı olan kısıtlı bir alandan yani dilden söz ediyoruz. Elbette çok büyük önem taşıyor dil. İnsanlığın kurtuluşu belki de doğru ifadeler ve düzgün bir dil kullanabilmekle olacak ama her şeyden önce sağduyu giriyor işin içine…Tanımlar, açıklamalar da gerekli ama kısıtlama ve yargılamalar iletişimi bozabiliyor. Siyah/beyaz, kadın/erkek, doğa/akıl gibi ikilik hiyerarşilerin insan kimliğini çok daralttığı bir gerçek. Yeni tanımlamalara aslında ihtiyaç var. Yönelimler ve dış görüntüde de çok dar çerçevelerde yaşıyoruz. ‘Erkek gibi’, ‘Kadın gibi’ dediğimiz zaman aslında sadece bir kelimeye ne kadar çok rol ve anlam yüklediğimiz çıkıyor ortaya. İşte o an ‘erkek nedir?’, ‘kadın nedir?’ gibi sorular ortaya çıkıyor. Yönelimleri isimlendirmede de aynı sorun var: Eşcinsel, biseksüel, heteroseksüel vs… Tüm bu kelimeler aslında bir insanı çok dar çerçevelere ve hayat boyu sanki aynı kalacakmış, hissedecekmiş gibi bir yükün, kısıtlamanın altına sokmuyor mu?
Aşık olunan kişi, cinsiyetten ibaret değil... O bir insan. Kişiliği, zekası, pırıltısı, ruhu, elektriği tüm bunlar kişinin cazibesini yaratan öğeler…
İnsanın durduğu yeri bilmesi açısından tanımlamalara tümüyle karşı değilim ama yine de böyle isimlendirmeler ömür boyu etiket hapsine mahkûm etmek değil mi insanın akışkan, zengin dünyasını? Dış görünüşe göre de tanımlamak aslında bir nevi ruhu hor görmek gibi geliyor bana… Eğer tanımlamalar herkes için aynı manaya gelseydi ve daha toleranslı bir dünyada yaşasaydık o zaman bir sorun kalmazdı.
Ama maalesef kullanılan kelimeler ve seçtiğimiz etiketler, herkes için farklı bir anlam ifade ediyor ve kimine problematik geliyor. Yargıç ruhların arasında etiketlenmek aslında uçurumlar yaratıyor insanların arasında. Belki de asıl sorgulamamız gereken kelimelerden ziyade, insanların algısı. Yaşam tarzlarına ve seçimlere, bakış açılarına olan duyarlılığı, anlayışı kurabilmiş mi insanlar?
Şair bir ruhun etiketi olmaz diye genel bir cümle kurasım geliyor bu noktada.
Pembe, mavi ve bileşeni mor olan renklerin hepsinin güzelliklerini taşır içinde. Doğallıkla, sadelikle…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder