Gökkuşağının altından geçerken...

Gökkuşağının altından geçerken...

15 Ağustos 2010 Pazar

BİR HARF ÖĞRETENİN KULU OLUNMUYOR ARTIK

BİR HARF ÖĞRETENİN KULU OLUNMUYOR ARTIK
13:41 15 Ağustos 2010

Ece Dorsay
ecedorsay@yahoo.com

İki sene boyunca Marmara Üniversitesi ve İstanbul Teknik Üniversitelerinde öğretim görevliliği yaptım. Üniversite çağındaki genç insanlara İngilizce öğrettim. Çok büyük bir heyecan ve korkuyla başladığım bu meslek, korktuğum kadar zor gelmemişti önceleri. Ama sınıfta bitmeyen saatler bana lise yıllarımı hatırlatmıştı. Ağır okulların diplomasını almak için büyük emekler vermiş olan ben, yeni eğitim sistemi ve öğrencilerin bir önceki nesile yani bizlere oranla bile daha kayıtsız ve asi olmalarına şaşırmıştım. Elbette pırıltı dolu insanlar da tanıdım. Yaş farkı fazla olmadığı içi daha dostane ve esprili oldu bazen. Ben de lüzumsuz yere hiçbir öğrencinin hayatını zorlaştırmaya çalışmadım.
Ben genel olarak öğretmenlik mesleği adına üzüldüm. Maaşlar zaten dile gelmeyecek kadar trajik. Hele de kadrolu değilseniz yani Ales adlı sınavda ışık hızıyla bol matematik çözemediyseniz ve en yüksek puan alanların arasına giremediyseniz, KPDS adlı İngilizce sınavından 100 almanız fayda etmiyor. Kadrosuz 2 senemde üzerine para verip çalıştım desem yeridir. (Yola ve yemeğe giden masraf, maaşı geçiyordu nerdeyse) Özellikle Marmara Üniversitesi’ne gitmek için epey yol katettiğim düşünülürse, orada üzerine para verip çalıştım yani benim için gönüllü bir meslek oldu. Kızılay’da filan çalışmak gibi. Bir süreliğine tamam ama hayat boyu gitmezdi böyle. Üstelik içinizdeki sanat ve müzik ateşi sizi yakarken, öğrencilerin bazılarının umursamazlıkları, küstahlıkları, kadın ve genç olan öğretmenlere karşı haddini bilmez tavırları, pırıltılı ve zeki öğrencilerin bile örtemeyeceği külfetlerdi.
Yüzlerce kağıdı okurken ve sınavları titizlikle hazırlarken yani bunca emeğe rağmen kimi öğrenciyi mutlu etmek gene zordu. Şikayet etmeye programlı olanlar ile yüzünüzü güldürenler arasında sayıca fark vardı maalesef. Bir de müdüriyeti memnun etmek de ayrı bir sanattı. Öğretmenlerin nasıl bir sırat köprüsünde yürüdüklerini bizzat deneyimlemiş oldum.
Bu mesleği tutkuyla sevmiyorsanız, tatili bol diyerek bulaşmanızı önermem. Çoğu külfeti görmezden gelebilmek ancak çok sevmekle mümkün. Ben çok sevmedim. Bu da itirafımdır. Belki de yabancı dil öğretmek ve öğrenci profili bana çok hitap etmedi, bilemiyorum.
Okullar arası uçurumları da gördüm. Birçok da öğretmen tanıdım. Mesleğine aşık olanı da vardı, üfleye püfleye yapanı da vardı, tüm hıncını öğrencilerden alanı da vardı. Benim gurur duyduğum noktam, merhametim, soğukkanlılığım ve not konusundaki anlayışım oldu. Bol not vermekten gocunmadım. Çok merhametsiz ve bencil hocalar da gördüm ve hallerine üzüldüm. Saygımı hep korudum. Ne kadar birikimli de olsa, öğrenci psikolojisinden anlamayan ve tüm hıncını öğrenciden alan öğretmen ya da tüm bunları öğretmene yapan öğrenciler de vardı elbet. İnsana ve eğitim sistemine dair epey durum gördüm. Belki yazacağım öykülere malzeme olacak epey konu çıkar. Boğaziçi Üniversitesi’nde çok ağır ve disiplinli bir eğitimden geçtiğimizi çok daha iyi anladım. Zaten biliyordum aslında. Ama okullar arası da sistemlerin çok farklı olduğunu, eğitim felsefelerinin arasında dağlar olduğunu anladım. Profiller epey uçurumluydu. Hem öğretmen, hem öğrenci, hem çalışan profilleri.
Her şey bir yana, asi ruhumun bir süre sonra bunalması doğaldı. Müzik tarihi gibi heyecan duyduğum bir konu olursa belki her şey değişebilir, kimbilir. Elbette çok şey kattı bana öğretmenlik. Çok olgunlaştım ve sabırlı olmayı öğrendim. İnsanlarla baş etmeyi daha iyi kavradım. Türlü karakterin her zaman birbirinden farklı yorumlarına maruz kalınacağını, kurşun geçimez birine dönüşerek öğrendim ve örnek olduğum pırıltılı öğrencilerin sevgisine minnet duydum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder