Gökkuşağının altından geçerken...

Gökkuşağının altından geçerken...

3 Ocak 2010 Pazar

YENİ BİR YIL VE TEKİL DEVRİMLER

YENİ BİR YIL VE TEKİL DEVRİMLER


Bir yıl daha geride kaldı. Zaman kavramını sorgulamak için fazla zamansızız. İnsanlık onurunun ayaklar altına alınmadığı, emeğin yüceltildiği, sevgi ve barışın hâkim olduğu bir yıl diliyorum. Yeni yıla girerken tekil devrimlerimin suya atılan taş gibi dalgaları yayıp ana akımdaki bazı sözde muhalif detone şarkıcılarımızın, yakınından geçmedikleri düşünceleri taraftar toplamak ve reklam yapmak için savunur gözüktüklerini sezdim. İdealizm, ütopya veya yanılgı deyin isterseniz ama üzerlerinde sırıtan renkleri taşımaya çalışırken, belli mekânlarda konser ayarlayıp her kesimi kazanmaya çalışmak, bazı partilerin sadece seçim zamanı gecekondulara çamaşır makinesi dağıtıp oy toplamaya çalışmasına benziyor. Tabii, ana akımın köpük şarkıcılarının tam da bilmedikleri dünyalara göz kırpmaları, amaçları kirli de olsa belki sesini duyuramayanlara bir fayda sağlar.
Sevgi soru sormaz ve yargılamaz ama kırık kalpler sanatın her dalına kendini ifade etmek için sığınır. Ünlü isimlerin, ününe ün katmak için bir araya gelmesine benzemez bu ifade arayışı… Sahtekâr değil, dürüst beraberliklere ihtiyacımız var. Dişlerini gıcırdatan ve sahte gülen sinsi sitemkârların yanında olmasına ihtiyacı yok gerçek sevginin.
Koşulsuz sevebilen, aynı yöne bakabilen, takdir etmek nedir bilen, şükran duyma gücü yüksek ruhların bir araya gelmesi evrimi getirebilir. Evrimini tamamlayamamış ve maymun kalmış iştahların yontulmasına ve reklam değil paylaşım adına üretmesine ihtiyaç var. Biraz daha samimiyetli insanlara ihtiyaç var. Sabun köpüğü gibi değil kaya gibi prensipleri olan insanlara ihtiyaç var.
Yılbaşı eğlencesinin, aile ve dostlarla hayatı kutlamak olduğunu düşünürken, çok sevdiklerimizin ve bizi çok sevenlerin bazen en hazin sahneleri hayata geçirdiğini görmek acı verebiliyor… Farklılıklar, aynı elin parmaklarında bile mevcutken tahammülsüzlük ve empati kurma engeli, insanlar arasında tırmanabiliyor.
Eğlenmek zorunda olmak da büyük bir baskıdır. Hele de sosyal uçurumların gittikçe arttığı bir ortamda, tahammül sınırlarının azalmasına tanık olurken diplomatik olmanın kaçınılmaz olduğu bir çağda yaşadığını anlayıp üzülüyor insan. Elinize gitarınızı alıp dostlara müzik çalmanın bile artık keyif vermediği bir çağdayız. Her şey tamamen tüketim amaçlı. Paylaşım amacı güden her aktivite sanki bir tür meze gibi algılanıyor. Şöyle trajikomik bir örnek vereyim : Bir insana parlak, iyi çekilmiş bir konser video klibinizi izletin, “harika olmuş” der yüksek ihtimalle ama o insanın gözlerinin içine bakarak alın terinizle aynı performansı gösterseniz, ninni söyleyen bir teyzenin alacağı ilgiyi bile göremeyebilirsiniz. Konserlere koşa koşa giden müzikseverlerin azınlığı oluşturduğu bir toplumda bu hazin gerçeğe şaşmamalı.
Yeni aldığım ilk profesyonel fotoğraf makinemle, yüzde yüz sanatsal özgürlük adına tüm ifade araçlarını tek amaç altında toplamaya karar verdim. Herkesin birbirini kendine benzetmek için amansız bir yarışa girdiği bu manipülasyon ve görsel faşizm çağında, kendi yelkenlerini açacak cesareti olan herkese ve temiz kalplere saygılarımı, sevgilerimi sunuyorum. Bana inanç ve güç veren, aynı kandan olmadığım ama aynı renk kandan olduğum mücadeleci, zengin ruhları selamlıyorum. 3 Ocak’ta yani bu yazının yayımlandığı gün 31 yaşımı dolduruyorum ve izninizle kendime kazasız belasız, aşk dolu, huzurlu, hayallerimin gerçekleştiği bir yıl diliyorum… Yazarı olduğum ilk gazetenin BirGün olmasından dolayı da, sahici bir mutluluk duyuyorum…
Ece Dorsay

ecedorsay@yahoo.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder