Gökkuşağının altından geçerken...

Gökkuşağının altından geçerken...

6 Mart 2011 Pazar

Film Haftası : Siyah Kuğu ve Kendi Karanlığımızla Yüzleşmek

Film Haftası : Siyah Kuğu ve Kendi Karanlığımızla Yüzleşmek
BirGun Pazar Eki 6 Mart 2011

Başlığı okuyan !F’e gittim sanabilir ama henüz iyileştiğim için bana nispeten daha yakın olan ve ortamını çok sevdiğim Kanyon sinemalarına gittim. Tek sevdiğim AVM orası, belki de açık olmasındandır. Bu hafta epey film gördüm : Siyah Kuğu, Zoraki Kral ve127 Saat…
Oskar ödül dağıtımını pek adil bulmadım sonuç olarak. Natalie Portman bileğinin hakkıyla Oskar aldı ama bu film daha fazla ödüle layıktı şüphesiz. Sosyal Ağ’a göre hele. Siyah Kuğu filmini kimi çok sevdi kimi yerden yere vurdu ama son zamanlarda gördüğüm en çarpıcı filmdi.

Sinematografik olarak çok başarılı, nefesiniz kesilmiş şekilde izliyorsunuz filmi.
Psikolojik alt anlamlar derseniz bolca var. Haneke’nin Piyanist filmi ile yarışamaz belki
ama rahatsız ediciliği, rekabeti ve modern insanın takıntılarını sorgulaması, ana-kız ilişkisinin ne kadar hassas olduğuna değinmesi filmdeki kusurları örtüyor.
Bale hocasının da bencil ve maço davranışları aslında ayrı bir analiz konusu.Bu filmdeki karakterler onaylanmak için değil, hepimizin karanlık taraflarıyla yüzleşmesi için yaratılmış ve filmden en fazla rahatsız olanlar kendilerinden en çok kaçanlar gibi geliyor bana.En beteri ise daha filmi görmeden, olumsuz yazılardan etkilenip gitmeme kararı alanlar. Tam da filmin bahsettiği kontrol deliliği ve kendi seçimlerini yapamayış tuzağına düşüyorlar ironik bir şekilde. Kısacası, sizin okumanıza bağlı bir film bu. Filmi ne kadar derin okursanız o kadar alt anlam çıkarıyor ve günümüze dair o kadar portre görüyorsunuz.

Elbette kusursuz bir film değil. Bale hocasının ve özgür takılan rakip kızımızın, kahramanımıza hayat dersleri vermeye çalışmaları biraz sığ kalmış belki. Yine de siyah ile beyazın, iyi ile kötünün, yanlış ile doğrunun ikiliklerine meraklı varlıklar olan insanları ilgilendirecek düzeyde sorgulama var. Ahlağı, aile bağlarını, özgürlüğü, rekabeti, mükemmeliyetçiliği, dostluğu, cinselliği sorgulatması bile övmek için yeterli bu filmi. Görmezden gelinecek veya tamamen tu kaka denilecek bir film hiç değil. Aynı yönetmenin Bir Rüya’ya Ağıt filmi (Requiem For a Dream) filmi de çok ses getirmişti. Odamda afişi asılıdır. Yaşlı bir kadının, genç ve güzel haline dönmek istemesi, yarışma programına katılması gibi yine bize vaad edilen dünyaları sorgulatan, rahatsızlık veren bir filmdi. Rahatsız eden filmler iyidir, insanı biraz silkeler, biraz kabuğundan çıkarır, yeni bakış açıları getirir. Arkadaşları “Adına da derler Swan” diye güldürdüm ya, mizah iyi geldi hepimize. Lezbiyen ilişkilerin görünürlüğü de çok az filmde vardır. Rüya bile olsa, filmde kahramanın böyle bir arzu duyması, olmak isteyebileceği insandan etkilenmesi aşkı da sorgulatabilir.Arzuyu öldürme çabası da, psikolojik ve toplumsal bir savaş olarak okunabilir.

127 Saat filminde adamın kendi kolunu koparma sahnesi dışında tüm filmi izleyebildim.
Belki o sahne de filme gerçeklik ve etki katmak için vardı ama bence o kadar uzun bir sahneye gerek yoktu. Ailesine haber vermeden bisikletini alıp Utah’daki uçsuz bucaksız kanyona giden asi gencin, bir kayaya kolunun sıkışmasıyla orada geçirdiği korkunç saatler ve geçmişi, ailesi ile içsel yüzleşmesi alatılıyor.“Into The Wild” (Özgürlük Yolu) filmi kesinlikle daha çok boyutlu bir dünyaya götürmüştü bizi. Bu filmdeyse biraz eksiklik var. Kahramanın geçmişine dair çok fazla etkileyici olay yok ve sıradan bir “hayatta kalma” mücadelesinden öteye gidememiş film.Yine de iyimser bakışımla diyorum ki, bu filmi gördükten sonra insan ne gibi lükslere sahip olduğunu ve insan iradesinin gerçek gücünü görüyor.

Zoraki Kral’da ise kralın kekeme olmasından ziyade, doktoru ile arasındaki dostluk ve tüm sınıf farklarını/hiyerarşiyi ezip geçen iletişimleri etkiledi. Ödülleri Colin Firth almış olsa da ben doktor rolünü oynayan Geoffrey Rush’ın insancıllığından ve derinliğinden daha fazla etkilendim. Filme en büyük rengi onun karakteri katmış. Kıssadan hisse, filmler bu hafta ruhumu içsel bir yıkımdan daha kurtardı. En azından sıyrıkları az oldu. Biz sanatçılar, şiddetli iniş çıkışlar yaşarız işte tam da bu yüzden kaçarız ara sıra. 7 Mart Pazartesi akşamı saat 20:00’da Atilla Dorsay’a Saygı Gecesi’nde, Akatlar Kültür Merkezi’nde Cahit Berkay, Ayten Alpman ve Nil Burak ile sahne alacağım. Beklerim. Giriş biletsiz yani serbest.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder