Gökkuşağının altından geçerken...

Gökkuşağının altından geçerken...

10 Aralık 2012 Pazartesi

NICK DRAKE




NICK DRAKE
9 Aralık 2012 BirGun Pazar Eki

Bugünkü yazımı, gizemli ozan/şarkıcı ve müthiş bir akustik gitarist olan Nick Drake’in hayatına ayırmak istedim. Kısa bir hayatı oldu ama çok üretkendi. Sahneyi sevmedi. İçine kapanıktı. Gitardaki akortlama sistemleri mucizeviydi. Yaratıcılığı gerçekten destansıydı. Değeri sonradan anlaşılanlardan oldu çoğu gerçek sanatçı gibi… Jeff Buckley ve Nick Drake, gerçekten içimi burkan en sahici sanatçılardır. Nick Drake’in şarkıları, 70’lerin kült filmi Harold and Maude’un Cat Stevens’lı müziklerini örnek aldığını düşündüğüm Drivin Lessons filminde yer aldı.  Her iki filmde de, yaş farkını aşan sıra dışı birer aşk vardı.

Nick Drake’in biyografisi ilginç :

Haziran1948'de İngiliz bir ailenin çocuğu olarak Birmanya'da dünyaya geldi. Babası Rodney Drake, Birmanya'da bir ticaret şirketinde mühendis olarak çalışıyordu.1950 yılında ailesiyle birlikte Shakespeare'in de doğduğu yer olarak bilinen Warwickshire'a taşındı. Nick Drake'in ablası Gabrielle daha sonra televizyon ve sinema sektöründe ünlü bir oyuncu oldu. Erken yaşta annesinin etkisiyle müzik ile ilgilenmeye başladı. Çocukluk yıllarında daha çok klasik müzik dinlemiş ve tarzını oturtmasında etkili olmuştu. 1957 yılında Berkshire'da okula başladı. Beş yıl sonra ailesinin de eğitim aldığı Wiltshire'daki Marlborough College'dan mezun oldu.
Okul yıllarında spor ile ilgilendi. Okulun rugbi takımında yer aldı. Okul arkadaşları ve takım koçu tarafından oldukça yetenekli bulunuyordu. Okul orkestrasında piyano, saksafon çalıyor vokal yapıyordu. İlk gitarını 17 yaşındayken aldı. Phil Ochs, Beatles veBob Dylan hayranıydı. Amerikan halk müziğinin etkisinde kalmıştı. Drake'in eğitim hayatı iyi olmasına karşın okuldan uzaklaşmış ve kendini müziğe vermişti.
1966 yılında Cambridge Üniversitesi'nde İngiliz Edebiyatı bölümüne girmeye hak kazandığı halde kabulünü geçiktirip, 1967 Şubatında Fransa'daki Aix-Marseille Üniversitesi'ne başladı. Üniversite yıllarında küçük kulüplerde müzik yaparak geçimini sağlıyordu. Arkadaşları ile kısa seyahatlare çıkıyordu. Yine aynı dönemde uyuşturucu ile tanıştı.
İngiltere'ye döndüğünde ablasının Hampstead'daki evine yerleşti. Ardından Cambridge'de eğitime başladı. Yerel kulüplerde ve kafelerde sahne almaya devam ediyordu. Fairport Convention grubunun basçısı Ashley Hutchings tarafından keşfedildi ve müzik kariyerinin ilk adımlarını atmaya başladı. Hutchings, Amerikalı prodüktör Joe Boyd ile tanışmasını sağladı.
1969 yılında 20 yaşındayken ilk albümü "Five Leaves Left", Island Records'dan çıktı. Ardından bir yıl sonra çıkardığı "Bryter Layter" adlı albümde tek başına çalıp söylediği şarkı bulunmuyordu. Albümde Fairport Convertion'a ek olarak The Velvet Underground'danJohn Cale de Drake'e eşlik ediyordu.

Çok çekingen bir karaktere sahip olan Drake, konser vermekten ve turnelere çıkmaktan çekiniyordu. Bu da onun müziğini tanıtmasına ve albümünün satışına engel oluyordu. Bunalımlarının başladığı dönem evden ayrılıp günlerce dönmediği oluyordu. Ailesi bu durumun ciddiyetine varıp onun doktora gitmesi için ikna etti. Antidepresan ilaç kullanmaya başladı.

Yine uzun uykusuzluk nöbetlerinden birinde "The Pink Moon" adlı albümünün kayıtlarını tamamladı. 1972 yılında hazırlanan albüm çok kısa ve akustik şarkılardan oluşuyordu. Psikolojisi gittikçe kötüleşen Drake, 24 Kasım akşamı aşırı doz antidepresan ilaç alımına bağlı olarak öldü. Ölümü intihar olarak nitelendirilse de ailesi ve arkadaşları bunu kabul etmediler. O dönem kullanılan ilaçlar fazla doz alındığında tehlikeliydi ve daha sonra bu ilaçlar yasaklandı. Öldüğünde başucunda Albert Camus'un Sisifos Söyleni adlı kitabı bulunması da intihar ettiği görüşünü desteklemekteydi.
Müziğinin etkileri ölümünden uzun bir süre sonra ortaya çıktı. Farklı gitar çalışı ve kullandığı değişik akorlar daha sonra birçok müzisyen için ilham kaynağı oldu. Norah Jones, Placebo, The Autumns gibi gruplar tarafından şarkıları coverlandı. 26 yaşında ölen Nick Drake'in mezarı yaşadığı yer Tanworth-in-Arden'da bulunmaktadır.

Nick Drake ülkemizde pek bilinmez, tanıtmayı görev bildim. Londra’da 2003 yılında, akor kitaplarını görüp keşfetmiştim. Her yerde notaları ve biyografisi satılmaya başlanmıştı. Kendi ülkesi bile onu geç keşfetti…

Ece Dorsay

ecedorsay@yahoo.com

COLDPLAY : Naif ve coşkulu


COLDPLAY : Naif ve coşkulu  
2 Aralık 2012 BirGun Pazar Eki


Coldplay’in frontman’i ve solisti Christ Martin, dedikodulara rağmen grubun emekliye ayrılmadığını açıkladı.

Birsbane’deki konserlerinden sonra Chris Martin, grubun, uzun turnelerden çok yorulduğunu açıklamıştı. “3 sene içinde son büyük şovumuz bu ama durmak istemiyorum” demişti gazetecilere. Chris, bu sözü sarfederken, müzik çalmayı bırakacaklarını ima etmemişti. Hatta, tam aksine, grubun yeni albüm için belli bir tarihleri bile hazır. İngiliz gazetesi The Sun’anlatmış : “seyircilere hep , sizleri kısa bir süre sonra göreceğiz derim ve bu hep müziği bıraktığımız şekline anlaşılır. İnsanlar hemen, nereye kayboluyursunuz diye tepki verirler. Yeni albüm kesinlikle geliyor, ta ki grup kendi modellik kariyerlerini kovalayana kadar, sağol Tanrım benimki bitti” diye espriyle bağlıyor lafı. Fotoğraf çektirmeyi pek sevmeyen bir adam gibi duruyor. Grup, Ekim 2011’den beri turnede, son albümleri Myolo Xyloto’nun tanıtımı için. Sektörün tam ortasında yer alan grup, 2000 yılından beri 5 adet  stüdyo albümü çıkardı.

2000 yılında çıkardıkları ilk albümleri Parachutes, gerçekten en güzel albümleriydi bana göre. Henüz müziklerine, ticari ve büyük prodüktörlerin eli değmemiş gibiydi. Grubun kendi ses örgüsü ve sadeliği, şarkılara sinmiş, şarkıları daha güçlü hale getiriyordu. Deliler gibi aramıştım bu albümü, bulamamıştım ülkemde. Daha sonra doğumgünü hediyesi olarak bana gitaristim bulup almıştı bu albümü Atlas Pasajı’ndaki Kod Müzik’ten.

Söz ve bestelerde, grubun eşit derecede hak sahibi olduğu parçalara içeriyor. "Don't Panic"  , Shiver, Spies, Sparks, Yellow (bu parçayla çok dikkat çektiler.), Trouble, Parachutes, High Speed, We Never Change, Everything’s Not Lost ve gizli şarkı olarak, az ama öz parçadan oluşuyor. Daha sonra işin içine, prodüktörlerin abarttığı klavyeler ve yaylılar girdi, grubun büyüsü devam etse de, ilk albümlerindeki sound naifliğini ve 4 adamdan gelen müthiş sade ses örgüsünü bir daha duyamadım.

Kliplerine her zaman bayıldığımı söyleyebilirim, Özellikle  Every Teardrop is a Waterfall , Fix You, (müthiş bir mekan değişimi var klipte) Viva La Vida, The Scientist, Violet Hill, Speed of SOund, ve ilk kliplerinden biri Shiver. Shiver’da stüdyoda çalan 4 adam var ama o kadar tatlılar ve naifler ki, ortam o kadar sıcak, renkler o kadar sade ve güzel ki… Akılda kalıyor kareler… Konser DVD’lerinde sürpriz keşfettiğim See You Soon ise tek bir akustik gitar ve arkadan gelen elektro gitar inlemesiyle, kalbimi yerden yere vurur.

Öyle veya böyle, U2 artık kabak tadı vermeye başladığı zamanlarda imdadımıza yetişip, sektöre güzel bir naiflik ve heyecan katan Coldplay’i seviyorum.

Video klibin de artık bir sanat dalı olduğuna şüphem yok, çok ticari olanları elersek…
Bir gün video klipler üzerine bir yazı yazmalı hatta araştırma yapmalı. En iyi video klip listemle karşınıza çıkabilirim.


Ece Dorsay

ecedorsay@yahoo.com

Biraz Votka, biraz Keder…


Biraz Votka, biraz Keder…
25 Kasım 2012 BirGun Pazar Eki

Geçen gece değerli Sevin Okyay’ın kardeşi Sinan Okyay’ın açtığı, Kuytu Bar adlı mekanda, Sevin Okyay’ın Korkutmadan Caz programını dinlemeye gittim. Birbirinden keyifli parçalar seçti bizler için. Benim için Nina Simone’dan iki parça (biri, My Baby Just Cares For Me idi ki bayılırım), ve Esjborn Svennson Trio’dan Dodge The Dodo’yu çaldı. Özellikle o parçayı istemiştim, vites değiştiriyoruz dedi ve Nina Simone’ların birkaç şarkı ardından E.S.T.’ye geçti, ben coştum. Sakince oturan bir dinleyici görünümü veriyordum ama çalınan şarkılardan keyif aldığımı gözlerime bakan anlardı. Birkaç sigara yaktım evet, hiç bağımlısı değilim ama şarkılarla iyi gitti.

İstanbul’da konserlerden konser seçemiyoruz. Aynı gece, hem bizden hem yabancı isimlerin konserleri çakışıyor,  bir gecede en az 3-4 etkinlik arasında kararsızlık yaşıyorum ki ben aslında çok fazla takip ettiğimi bile düşünmüyorum konserleri. Çok önemsediklerime gidiyorum yalnızca… Üşenmediklerime bir de… Tüm bunların yanında, özel geceler ve DJ partileri de oluyor, şehirde boş kalmak mümkün değil istenirse… Etkinliği ve mekanı bol ama insan ilişkileri bir o kadar sığlaşan şehrimde, çok da mana ifade etmiyor bazen tüm bu kargaşa…

Ocak ayında Dağınık Oda ve radyo maceram devam edecek temennisiyle diyorum. Yeni yıla hayrola… Her Salı Clinic Live’a beklerim 21:30 gibi. (Ağa Camii sokağı)
Bu aralar Perihan Mağden’in Yıldız Yaralanması romanını okuyorum. Çok tuhaf başladı, türkçe olarak problematik bir dil ama her zamanki gibi konu vurucu... Bakış açısı sağlam bir roman, sürükleyici ama karakterler donuk geldi, bütünleşemedim kişilerle , bu kasten yapılmış gibi aslında, plastik dünyalara şahit olurken, tanıdık simalar da canlanmadı değil kafamda… Kitabı bitirince daha sağlıklı yorum yapabileceğim…

Bu haftalık bu kadar…

Ece Dorsay

ecedorsay@yahoo.com

Tuhaf Alışkanlıklar, Müzik Teknolojisi, Radyo


Tuhaf Alışkanlıklar, Müzik Teknolojisi, Radyo
18 Kasım 2012 Pazar BirGün Pazar Eki

Kulaklıklardan gelen notalar, adımlarımı hızlandırıyor. Metro kalabalığında kayboluyorum. Ruhum nereden nereye gitmek istiyor oysa… Bilmiyorum. Adımlarım her zamanki yöne doğru… İşten çıkmış, kimi bezgin kimi sıkıntılı, kimi öfkeli ama genelde negatif yüz ifadelerine sahip insanlar. Pj Harvey’den Big Exit çalıyor müzik çalarımda. Şarkı menüsünü dolaşıyorum, tek elimle tutunarak hızla giden metro trabzanına. Şarkıyı tekrar’a alıyorum, sürekli dönüyor. Ateşli gitarlar… The Marmara’da tanışmıştım Pj Harvey ile ama imzasını attığı Radikal gazetesini bulamıyorum veya iyi saklamadım. O gazetede kendisinin bir karikatürü vardı. Karakalem çizimdi galiba , hayal meyal hatırlıyorum. Değerli bir hatıraydı. Davulcusu bana ve arkadaşıma, İngilizce telaffuzlarını beğenmiyorum ana dili İngilizce olmayanların, bence kendi ana dilinizde  şarkı söyleyin demişti. Zaten bunu yapıyordum ama kendisine danıştığımı hatırlıyorum. İngilizce sözlerin, rock besteleri daha iyi taşıdığını ve gırtlağa daha uyduğunu söyleyenler de olmuyor değil. Bana sorarsanız, her dilde beste yapılabilir yeter ki içten gelsin. Karma bir albüm olabilir. Çeşitlilik kadar güzeli var mı?

Tuhaf Alışkanlıklar Kitabı vesilesiyle, SkyTurk ve Dream Tv’ye konuk olduk, Tolga Akyıldız ve Kadir Aydemir ile… Çok keyifli sohbetler oldu. Meğer ne çok insan, tuhaf alışkanlığını anlatmak, paylaşmak için can atıyormuş. Gelen tweet’ler,  heyecanlı tepkiler, paylaşımlar bunu gösterdi. Birbirinden ilginç yorumlar geldi. Kimi, renkleri gökkuşağı sırasına dizmeye takıkmış, kimi yatağına iki damla su damlatmadan uyuyamazmış, kimi asansör boşluğuna çiklet atmadan asansörden inmezmiş, kimi terliklerini tamamen aynı hizada koymazsa rahat edemezmiş… Belki de, modern hayatın bizi esir eden ve kontrol eden halinden tek kaçışımız bu tip takıntılar. Bir çeşit kontrol oyunu… Bu tür ritüeller ile hayatımıza anlam katma çabası belki… Bilinçaltımızdan, bize mutsuzluğumuzu anlatan ve dışavurum eksikliğimizi haykıran davranış ve düşünce biçimleri… Psikolojiye geçiş oldu ama üzerinde düşündügüm zaman çoğumuzda olan takıntıların sebebini bu durumda görüyorum : hapsolmuşluktan kurtulma arzusu…

Geçen Salı (13 Kasım) Clinic Live’da çaldım, güzel geçti, dostlar vardı, ezberleri bozmak üzere, groovebox’um ve gitar pedallarımla solo konser verdim. Alışkın olduğum bir durum, Efes One Love Fest 2011’den H2000’e ve ROxy’e hep yalnızdım. Şimdi de ezber bozucu bir çalışma yapıyorum ve 20 Kasım Salı akşamı looper’ım ile sahnedeyim, beklerim. Bu cihazı kullanan solo sanatçıları merak ederseniz, Owen Palett’e bir bakın derim. Portico Quartet de çok güzel. Owen Palett’i biliyordum ama konserine gidememiştim. Portico Quartet’i ise bir arkadaşım sayesinde keşfettim. Looper almak ise senelerdir aklımda olan ama bir türlü maddi imkan bulamadığım bir durumdu. Eski looper cihazım, yetersiz geliyordu. Ses kalitesi ve loop saklama imkanı yetersizdi. Onu satmayı düşünüyorum. Teknoloji geliştikçe, kalite çok yükseliyor bu tür cihazlarda tabii. Mesela 8 kanallı kayıt cihazımı satacağım çünkü elimdeki field (alan) recorder (kaydedici) muazzam kaliteli alıyor sesi,  tek kanal bile yetiyor. Üzerinde condenser denilen stüdyo mikrofonları var.

Müzik teknolojisi ile siz okuyucularımı boğmak istemem ama eminim birçok müzisyenin heyecan duyabileceği şeyler. Memlekette, solo sahne performans olayı henüz pek hak ettiği önemi kazanamadı ama zamanla ezberler bozulacak. Batıdan bir isim geldiğinde ise, çok daha ilgi görüyor bu bağlamda. Oysa bizde de farklı işler yapanlara sahne verilmeli, bu konuda ilk örnek olacağımı umuyorum, tıpkı daha myspace yokken mp3.com sitesinde şarkılarımı paylaşıp yabancı listelere girmem ve Guitarist dergisinde çıkmam gibi. Devrimci klibimi ana akım kanallara kabul ettirebilmemi de saymadım. Dağınık Oda radyo programım pek yakında devam edecek. Kulağınız radyo kanallarında olsun…

Ece Dorsay

ecedorsay@yahoo.com