Gökkuşağının altından geçerken...

Gökkuşağının altından geçerken...

22 Haziran 2010 Salı

KİŞİLİĞİ OLAN GİTARLAR

KİŞİLİĞİ OLAN GİTARLAR
13:37 20 Haziran 2010

Ece Dorsay
ecedorsay@yahoo.com


Her gitarın farklı bir kişiliği var. Uzun süre farklı gitarları denemiş insanlar bilirler bunu… Hobi olarak çalanlar dahi bilebilirler. Elbette her gitar ile yaratıcılık dahilinde her tür çalınabilir. Bunda bir sınırlama yok ama yine de her gitarın ağırlığını koyduğu alanlar yok da değil. Bir Stratocaster size blues ruhunu verebilir. Bir Jazzmaster ile surf müzikten nağmeler veya alternatif sesler arayabilirsiniz. Gibson Les Paul ile etli butlu distorsion soundları bularak klasik rock çalabilirsiniz veya clean tonuyla koyu caz rifflerine yelken açabilirsiniz.
Bir Telecaster ile funk veya country müziğin uzun seslerine ve akorlarına doğru yol almak muhtemeldir. Her tür clean ritm için de uygundur. V şeklindeki Gibson’lar ile yine alternatif sularda gezinilebilir. Bu modern görüntüsüne rağmen eski bir gitardır. Kısaca retro diyebiliriz.
Godin gibi gitarlar her ortamda temiz ses çıkartır ama kişilikli gitar arıyorsanız pek tavsiye edilmez çünkü rock tarihini özetleyen gitarlar genelde Fender serileridir. İsmi daha az duyulmuş G&L markası aslında Fender’i üreten Leo Fender ve George Fullerton’un daha geliştirdikleri bir Fender’dir. Bunu pek az kişi bilir ve o yüzden fiyatı çok uygun olan ve tonal paleti çok geniş olan bu enfes gitarı gözden kaçırırlar.
Bazen soruyorlar “niye bu kadar çok sayıda gitarınız var” diye. “Niye 5 tane” diyorlar misal. Anlatıyorum kısaca. Biri misina telli yani klasik gitar. Sahne için ince kasa üretilmiş ama diyorum. Diğeri bas gitar yani 4 telli. Bir diğeri 6 telli elektrik gitar. En sevdiğim ise akustik gitar. Amplisiz dahi çalınabilen, çelik telli bir gitar. Hepsinin görevi ve sound’u farklı diyorum. Tabii bunları anlatırken konu dağılıyor çünkü detayları sevmiyor insanlar.
Ancak bir müzisyen heyecanlanıyor bunları anlatırken veya müzisyen olmak isteyen biri…
İkinci albümüm Kırmızı Karanlık’ta akustik gitar, bas gitar, aranjmanlar, sözler ve besteler, vokallar, geri vokaller, tüm bunların çoğunu üstlenmiş olmak ve albümün prodüktörü artı sanat yönetmeni olmak her şeyin daha da içime sinmesini sağladı. Kişilikli bir albüm oldu. İlk albümüm Kum Saati de konsept albümüydü ve 22 yaşımda kaydedilmiş olmasına rağmen çok kaliteli bir sound elde etmiştik. Yeni albümümdeki fark, aranjmanların yüzde yüz içime sinmesi ve sözlerin çok daha olgun olması oldu. Aslında Kum Saati albümünde de çok olgun parçalar olduğunu düşünüyorum hatta gün geçtikçe anlam kazanan derinlikte parçalar var.
Gitarlardan bahsederken hayatımdaki etkilerini anlatmak istedim belki de… Elimden çok gitar geçti çünkü daha iyilerini alabilmek için alt modelleri satmak zorunda kaldım. Yine de hepsinin bir tarihi oldu hayatımda. İlk elektrik gitarım olan kırmızı Squier ile başlayan maceram belki de daha evveli olan abimin klasik gitarına dayanıyor. Maxtone marka klasik gitar halen evde duruyor. İçine uçlu kurşun kalemle 1994 yazmışım. Sonra ilk stadyum konseri olan Bryan Adams’ı 1992’de izleyip kartondan elektrik gitar yapmıştım kocaman… Daha sonra liseye başlarken sanırım Squier gitarı ve aynı marka ampliyi almıştık. Sonra geldi Epiphone’lar gitti Steinberg bas gitarlar… Şu an elimde kalanlar en güzel ve tarihi gitarlar… Bunları alabilmek için bazısını sattım ama ilkleri hep sakladım. Maxtone ve Squier gitarlarım halen duruyor…Asla satmam onları… İlk aşkını unutur mu insan?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder