Gökkuşağının altından geçerken...

Gökkuşağının altından geçerken...

12 Temmuz 2010 Pazartesi

Kaç kişiydik o zaman…Bodrum, Bodrum…
Birgun 11 Temmuz 2010 Pazar

Bembeyaz ve çatısız tek katlı yazlık evlerin büyüsüne kapılalı en az on yıl olmuştur. Artık o evler otellere dönüştü ve katları biri geçti… Uzun ve kumlu sahiller denizin her sene daha da yükselmesiyle daraldı… Güzelliklerin zamanla sönmesi doğanın bir kuralı belki ama insanların bu süreci hızlandırması doğaya aykırı elbet. Bugün dev dalgaların arasına atmak istedim kendimi. Rüzgara sarılmak istedim. Plajda sürekli çalan dmm tsss müziklerin kirliliğinden arınmak istedim. Issız bir sahil keşfetmek istedim ama nereye baksam bir otel, bir tatil köyü, bir gürültü tufanı vardı. Bağrışan çocuklardan biri olmak belki daha iyiydi ama zamanı geçmişti artık. İstanbul’da yağan yağmurun rüzgar olarak Bodrum’a göz kırpışını izledim.

Turgutreis’te henüz o görkemli ve modern Marina yokken, Bodrum’un merkezine inme heveslisiyken bir grup arkadaşımız vardı. Hesapsız kitapsız sadece an’ı yaşayan bir grup yeni yetme insandık. Şimdilerde tüm anıları geride bırakmış ve bu insanların ismini bile unutmak üzereyiz. Aklımıza bile gelmeyecek ortamlarda karşılaşınca bir yabancıya selam verir gibi tebessüm ediyoruz. Kiminin bebeği olmuş, kimi işinde yükselmiş. Herkes ne kadar da değişmiş derken ben de değişenlerden biri miyim acaba diye sormadan edemiyor insan…
Tek bildiğim, içimdeki çocuk hala aynı şeylere hevesli : deniz, güneş, balık, uyku ve İstanbul’da bıraktığım gitarımı çalmak… Tuzlu ve serin denizin tekrar hayata döndürücü etkisi, kuru gürültü gibi kirli müzikleri ve yüzmeyi bilmeyen insan kalabalığını bile aşıyor.

İstanbul’un yarı fiyatına yiyebileceğiniz mezeler ve deniz ürünleri, denizden babam çıksa yerim gibi komik bir cümlenin gerçekliğine uyandırıyor. Doğa, her zaman cömert… Yeter ki değerini bilelim. İlk albümle Bodrum Fm’e konuk olduğum günün üzerinden 8 sene geçmiş ve şimdi telefonla Trt Fm’e bağlanıyorum. Kırmızı Karanlık eşliğinde. Güzel… Manalı bir zaman köprüsü…

Bir de Zerrin abla var ki bahsetmeden geçemem. İncik boncukları adeta bir sanat eseri gibi işleyen ve bin türlü aksesuar yaratan, hayatın sıkıntısını ve Bodrum’da tek başına ayakta durmaya çalışan bir kadın esnaf olmanın can derdini, okuduğu birbirinden güzel kitaplarla örten, harbi bir kadın…Köşemi hiç kaçırmadan okuyor olması ve şiir kitabımı heryerde araması yani bana bu kadar değer vermesi, kendisinin ne kadar hayata bağlı ve sahici bir dost olduğunu göstermez mi? Aynı şehirdeki bazı arkadaşlar bile takip etmezken…Ki ben kendisinden bunları bile beklemem zaten varlığı ve dayanma gücüyle bir kahramandır gözümde.

Diğer esnaflara benzemez, bir sanatkardır Zerrin ablam… Yüzündeki her kırışıklık, hayata bağlılığının bir göstergesidir… Kadıkalesi’ne yolunuz düşerse Armonia plajının hemen yanında Zero adlı ufacık tezgahında Zerrin ablayı bir roman okurken veya kınadan dövme yaparken görebilirsiniz.

1993 senesinden beri nerdeyse her yaz kokusunu ruhuma çektiğim Kadıkalesi’ni her tür kirlenişine rağmen seviyorum. Anılar ve aile dostu masalardan yükselen kahkahalar mazide kalmış olsa da gönlümde her zaman yerlerini koruyacaklar. Diskolar değil aile saadeti oldu beni buraya çeken. Bir de ilk flört anısı var tabii…

Kaç kişiydik o zaman bak kaç kişi kaldı şimdi….Bodrum, Bodrum…
Bu dizeler bir türlü eskimiyor, günler eskise de güzel şarkılar hep aynı tazelikte kalıyor.
Denizin dalgaları gibi ruhuma çarpıyor ve ufukta batan güneşin yarın tekrar doğacağına inandırıyor….

Ece Dorsay
ecedorsay@yahoo.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder