Gökkuşağının altından geçerken...

Gökkuşağının altından geçerken...

27 Eylül 2010 Pazartesi

Sanatçı Devrimci Olmalıdır!

Sanatçı Devrimci Olmalıdır!
26 Eylül 2010 Pazar Birgün

Fazıl Say’ın sivri olması ve kendini özgürce ifade etmesi çok fazla insan tarafından linç edilmesine sebep olduysa, sergi açılışlarına yapılan saldırılar da aynı zihniyetin daha uç noktadaki vukuatı… Şiddete eğilimli, öfkesini sanat gibi insanları birleştiren, evrensel dili olan bir alana yöneltmiş bağnaz zihniyetin vukuatı.Yazık ki halen devrimler sözlerle değil taşlar ve sopalarla, nefret söylemleri ile olacak sanılıyor. Ama bu olaylara devrim değil darbe desek daha doğru. Neye mi darbe? Sanata darbe, düşünce özgürlüğüne darbe. Yine de darbecilere bir haberim var : Sanat asla darbe alamaz. Biz ölümlüler bu dünyayı terk eyledikten sonra bile sanat sonsuza dek kalacak yegane şeylerden biri. Tabii, eğer dünyanın sonu gelirse o da kalmayabilir. Düşüncem o dur ki, başka gezegenden gelip gelişmişlik seviyemizi kontrol etmek isteseler, uzaylılar bile sanatımıza bakardı ve ona göre karar verirlerdi. Sanat siyasetten üstündür ve tüm renkleri, dinleri, dilleri birleştirir. Zamanı ve mekanı bile aşar. Peki sanat “yüzünden” bu kadar kavga çıkan bir ülkede asıl sorun nerededir? Sanata ve sanatçıya saygı duymayan hatta onu linç eden bir zihniyet nasıl bir tarihin ürünüdür? Darbelerin, içi boşaltılmış medyanın, kapitalizmin özendirdiği sığ değerlerin, dini siyasete malzeme edip insanların inançlarını manipüle edenlerin ürünüdür. Yaşadığım ülke ve ait olduğum toplum nereye gidiyor diye her gün sormaktan kendimi alamıyorum. Tepkimiz göstermek bile yetersiz kalıyor biliyorum ama susmak mı daha iyi? Hiç kalem oynatmamak ve durumun hazinliğinden tüm arkadaşlarımızı haberdar etmemek mi daha iyi? Elbette hayır. Hiç olmazsa sosyal paylaşım ağlarını olumlu anlamda kullanıp, tehlikeyi getirenlerin teknolojiyi en üsturuplu yollarla sinsice kullanmalarına karşı biz de bu imkandan mahrum kalmayalım.

Toplumda ters gördüklerini söyleyebilmelidir sanatçı. Beni ilgilendiren çoğu sanatçı öfkelidir ve öfkesini eserleri ile dile getirmiştir. Taşlarla sopalarla değil. Bir uçta liberal kesimin sığlarda gezen kayıtsızlığı ve teleziyon star’larına olan hayranlıkları ile gelişmiş vurdumduymaz halleri, diğer yanda din siyasetinin alıcıları yani inançları manipüle edilmişlerin kaosu…Öte yandan yeni gelen ve teknolojinin direkt içine düşen 90’lar neslinin bir kısmında görülen (hepsi değil neyse ki) kadir kıymet bilmeyen, ağırbaşlılık ve fedakarlık bilmeyen, zekasını kurnazlığa yakıştırmış halleri… Tüm bunlar birleşince ortaya çıkan tablo bakınız ne hazin : Sanatçının varoluşundan ileri gelen yalnızlığının daha da perçinlenerek izolasyona dönüşmesi ve linç edilmesi. Eski çağlarda da birçok kaşif ve yeni sözler söyleyen birçok sanatçı toplum tarafından dışlanmış ve şimdi tarih kitaplarında ezberlediğimiz birer isme dönüşmüşler. Belki bugün değerini bilemediğimiz tüm o sivri sözler ve sahibi olan üretimciler, gün gelecek tarihimizin ayrılmaz bir parçası olacaklar.

Bugün yeteri kadar kıymet görmemek sanatçının derdi olmamalı. Yeni sözler üretmek, yeni öneriler getirmek, varolan değerleri sorgulamak, içine sinen yolda gitmek olmalı bizlerin derdi…Linç kültüründe yaşamak ne kadar zor olsa dahi, buna göğüs gerebilenler bundan yüzyıllar sonra bile eserleri ile veya zamanın ötesindeki işleri ile anılacaklar. Sezen Aksu sokağını yakalım yıkalım demeden evvel, an’lık öfkelerimize teslim olmamayı öğrenmeliyiz.
Siyasi manada toplumu manipüle etmek yanlıştır katılıyorum.Ama eleştirirken, linç etmeyelim. Gözün kara derken ruhun kara demeyelim. Sanatçı, haklı ya da haksız olmak zorunda değildir. Ürettikleri ve insanların işine gelmeyen sözleri ile dimdik durması yeterlidir.
Ama yeni öneriler getiren ve devrime açık olan ruhuyla, elinde pankartla yürümese bile sözleri ve çaldığı ezgilerle, boyadığı renklerle şiddetin önüne geçecektir er ya da geç. Şiddete eğilimli yaratıklar olarak ölümlülüğümüzü ancak sanata sığınarak unutabiliriz ve emeğe verdiğimiz saygı ölçütünde medenileşiriz. Teknolojiyi deli gibi takip etmek bizi medeni yapmaya yetmez. Ona bile ruh katmamız gerekir. Sadece uçağa binen değil uçağı üreten olmak için, son model gitarı alan değil onu ağaçtan üretebilen olabilmek için zihnimizi emeğe ve hoşgörüye açmamız gerekiyor. Öfkemizi, yapıcı işlere yönlendirmemiz ve tepkimizi yamyamlarınkine benzemeyen şekilde büyüterek devrimimizi gerçekleştirmemiz aciliyet taşıyor. Nefret söylemlerinin gazına gelmeden…

Ece Dorsay
ecedorsay@yahoo.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder