İstanbul’da Canlı Müzik Kültürü ve Maceralarım
BirGün 21 Kasım 2010 Pazar Eki
Onlu yaşlarımı yaşadığım 90’lı yıllarda ve yirmili yaşlarımın başı olan 2000’lerin başında İstanbul’da gece hayatına dair bugünkü kadar çok alternatif seçenek yoktu. Vurgulamak istediğim daha ziyade batıdan beslenen türde canlı müzik çalınan mekanlar. Batı müziğinde rock tarzı sınırlaması vardı. Caz kulübü zaten yoktu ve şu an bile sayıları çok az. Nardis ve Jazz Center aslında epey zamandır var. Aslında benim gece hayatım sıfıra yakındır. Ancak çok ilgilendiğim güzel bir konser olursa dışarı çıkarım. 90’lı yıllarda barlarda, özellikle Kemancı Bar zamanları, gruplara cover yani sevilen yabancı parçaların yorumlarını çalmak dayatılırdı. Yabancı gruplar da ülkemize daha seyrek gelirdi. Şimdilerde birçok alternatif grubun müzik yaptığı ve bestelerini rahatça icra edebildikleri mekanlar bol. Yaratıcı gruplar bu sayede çiçek açmaya başladı. Doksanlarda “Smoke on The Water” dinlemekten bıkmıştık. O zamanların en cazip mekanlarından biri Mojo idi ve Blue Blues Band’i izlemek bir ayrıcalıktı, ne yazık ki izleme şansına erişemedim. Dediğim gibi o dönemi kaçırmaktan değili gece hayatınım az’lığından oldu bu. Shaft, Hayal Kahvesi ve Kemancı doksanlara damgalarını vurdular. Roxy Müzik Kulübü’nün doksanların sonundan itibaren düzenlediği yarışmalarla renk kazanan alternatif sahne, 2000 yılında Roxy’de finale kalmamla benim yaşamımda da önemli bir yer almıştı. Kemancı’da, Hayal Kahvesi’nde de 99 yılında sahne almıştım. Bir kereye mahsustu ama güzeldi.
Peyote adlı mekan, 2000’lerin başında post rock müziğin önemli bir geçidi haline geldi ve çiçeği burnunda grupların veya çok farklı duruşu olan grupların çekirdekten yetiştiği güzel bir sahne sunmaya başladı. O mekanda da Jeff Buckley Gecesi’nde ve The Smiths Gecesi’nde ayrı ayrı yer aldım. Yabancı turistlerle karışık bir dinleyici kitlesi vardı. İnanılmaz keyifli bir seyirci idi, global bir kitleye çalıp daha sonra sakınmadıkları övgülerini dinlemek bir ayrıcalıktı.
Hayal Kahvesi ise saygınlığı ve 92 yılından beri bozmadığı çizgisiyle, kale gibidir. Çizgisini asla bozmadan devam etmiştir. Babylon ve Balans gibi daha yeni mekanların yarattığı rekabet veya çeşitlilik, Hayal Kahvesi’ni olumsuz etkilemedi çünkü Hayal’in çizgisi her zaman belliydi ve kitlesi de sadık bir kitleydi. Sahnesini ve ortamını her zaman samimi bulduğum sıcak bir mekandır Hayal Kahvesi. İşletmecilerinin iyi müziğe değer verdiğini kapıdan girer girmez hissedersiniz. Trendy olsun diye açılan mekanlara benzemez. Tarihi olan bir mekan olarak yeri çok ayrıdır. 6 Aralık Pazartesi günü albümümün ilk konserini solo olarak vereceğim Hayal Kahvesi sahnesinde heyecan beni bekliyor. Umarım bu tatlı ve eğlenceli bir heyecan olur. 2007 senesinde Cem Adrian ile Henry Lee şarkısını düet olarak yorumlamıştık. Videosu, internette de epey insana ulaştı ve bu beni mutlu etti.
Eylülist – Arnavutköy’de de epey keyif aldığım performanslarım oldu. Oradaki kitle biraz daha pop müziğe yönelik olan ama kaliteden ödün vermeyen işler bekleyen, yaş ortalaması yüksek insanlardan oluşuyordu. Kaliteli pop müziğin adresi Arnavutköy’deki Eylülist…
Şimdilerde Nublu ve Mask ayrıca Ghetto gibi mekanlar beni umutlandırıyor.
Beatles Kafe’de 2002 ve 2003 yıllarında tek başıma unplugged çaldığım Cuma gecelerinde, sıcak ambiyansı, duvarlardaki 1960’ların sanatçılarının afişleri, eski plaklar ve Metin bey’in plakları beni çok etkilemişti. Alkol alınmayan bir öğrenci mekanı olarak tam bir kafe idi. Amerika’daki “coffee shop” (kafeterya) daki canlı müzik kültürünün nadir karşılığıydı sanki. Bronx’ta da ilk albüm tanıtımım için sahne almıştım. Şimdi dönüp baktığımda ne kadar çok sahne almışım ve çoğunda yalnız kovboymuşum diyorum. Hepsi de ayrı bir adrenalin ayrı bir keyifti. Üniversite festivallerini de yazarsam yazıya sığmaz. 6 Aralık’ta Beyoğlu Hayal Kahvesi’ndeki solo konserime desteklerinizi bekliyorum.
Ece Dorsay
ecedorsay@yahoo.com
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder