Gökkuşağının altından geçerken...

Gökkuşağının altından geçerken...

25 Şubat 2011 Cuma

Tıkandığım Anlardan Biri

Tıkandığım Anlardan Biri
20 Şubat 2011 BirGun Pazar Eki

Tıkandığım anlardan biri…Gerçekten bu hafta ne yazsam diye çok düşündüm.
Bir romandan mı bahsetsem, bir albümü mü yazsam, kültür/sanat konularının dışına çıkıp gündemde olan biten hakkında ahkam mı kessem diye…
Bunların hiçbiri cazip gelmedi. Blog tadında yazmak ve kendim dahil okuyanları ferahlatmak istedim. Belki bir iç döküştür bu.

En sevmediğim mevsimdeyiz : Kış mevsimi. Gerçi kışın, karlı bir havada doğmuşum ama bu mevsime bir türlü alışamadım. Soğuğu sevmediğim için herhalde. Soğuk insanları da sevmiyorum. Daha doğrusu, rol kesen insanları. Bir parça samimiyet arar bu ruh. Ama nerde? Öyle bir çağda değiliz ki. Müziğin Migros’luk olduğu, sevgi gösterilerinin sokak köpeği gibi kapı dışarı edildiği bir çağdayız dolayısıyla ayakta kalmak bir o kadar zor.

Televizyona, DVD’lere ve kitaplara sığınsak da bazen bir dokunuş, gerçek bir nefes hissetmek istiyor insan. Sosyal paylaşım alanları, bir tür lunapark eğlencesi katsa da bu soğuk kış günlerine, yine de insanın “gerçek” bir iletişime olan açlığını bastırmaya yetmiyor.

Fizik tedavi ve üzerine gribal haller derken biraz tükenmiş haldeyim. Belki bugün kafanızı ütülemem ve kısa keserim cümlelerimi. Tek sebebi de gribal halim. Affola. Her hafta yazmak gerçek bir sorumluluk ve bunu yerine getirmek bazen telaşa düşürebiliyor.

Nabokov’un iki kere sinemaya uyarlanmış Lolita adlı romanını bilir misiniz?
Epey anarşist bir aşkı anlatır. Aslında apolitik olmakla suçlanmıştır Nabokov bu romanı yüzünden oysa bana sorarsanız bu da politik bir konudur. Düzenle alakalıdır. Düzenin dayattığı aile kavramı ve sınırlar ile ilişkilendirilebilir. Duvarları yıkan bir romandır.
Ahlak bekçilerimiz bu roman hakkında kimbilir ne safsatalar yazarlardı.
En muhteşem eserler, en sıra dışı olan ve sorular sordurandır.

Nabokov’un Lolita romanını aklıma ne getirdi tahmin edin? Aysel Gürel.
Diyeceksiniz ne ilgisi var : Aysel Gürel’in deliliğinin altında yatan zekası bana bu romanı hatırlattı. Aysel Gürel, en sıra dışı kadınlardan biriydi bu ülkedeki. Belki tam anlaşılmadı.
Belki en yoğun hislerinin bedelini yalnızlığıyla ödedi. Beni acıtan da bu : Bu çağ, apaçık sevgiyi ve şeffaf, yoğun aşkı kaldırmıyor. Bir yerde duvarlar örülüyor gene. Ne yaparsanız yapın nafile. Her zaman bir önlem, bir geri duruş, bir kendini kollama, bir hor görme var insanlarda… Fazla sevgi göstermek haram adeta. Bu acı gerçeği, paramparça ola ola öğrendim ama Ortaçgil diyor ya : Bu su hiç durmaz.

“Belki birgün” diye diye geçer hayat. Belki de bir umuttur yaşatan insanı klişesi doğru.
Varış noktası yok belki ama ruha dokunanlar yanınızda da olsaydı güzel olurdu.
Kolay değil. Karamsar olmak istemiyorum ve yazarak, müzik yaparak iyileşebilirim ancak.
Sanatçının elinden bu gelir ancak. Modern taktikler, bana göre değil.

Önümüzde barajlar var dostlar ama bu su hiç durmaz, hiç durmamalı da zaten.
23 Şubat’ta Peyote – Nevizade deki konserime beklerim saat 22:30 gibi.
Bu yazı böyle dağınık ama içten oldu diye düşünüyorum, halsizliğime verin.
İmza : Yorgun ama umutlu sanatçı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder