Pembe/Mor/Kırmızı Yürekler…
22 Mayıs 2011 - BirGun Pazar Eki
Bilinmeyen numaralar hattını pek aramam. Sadece yürek bazen bilinmeyen yollara sürükler insanı. Mantığın sustuğu, kendi içindeki güzelliklerin her şeye yansıdığı anlarda gördüğü seraba doğru ilerler ruh. Belki karanlık yönlerini ört bas etmişizdir güzelliği bozulmasın diye parlayan aynaların. Gösterişsiz mektuplar göndeririz birbirimize, işaretlerimizin durduğu yer aslında bir nevi kaçış bahçesidir. Şizofreni ya da değil, her yol aşk acısına çıkar. Seven, sevilen hangisi olduğunuz da fark etmez. Hatta iki taraf sevdiğinde bile uçurumlar yalın ayak geçilmez. Bayrağı alırsınız elinize ve “hepimiz Bir” iz demeye çabalarsınız. Ortak bir hissiyat, güçlü bir bağ, tanımsız fotoğraflar gibi gülümserler ruhunuzun aynasından.
Anlaşılmayan ve tanımlanamayan bazı durumlar vardır hayatta. Gitar çalarken, birden nereden ilham geldiği gibi. Birden hiç beklenmedik birine tutulmak gibi. Akla hayale gelmeyecek biridir genelde. Aklınızın ucundan geçmeyen biri, bir olay, bir durum, bir hissiyat, aniden gelen bir trafik kazası gibi çarpar ruhunuza. Bir güzelliği ortaya çıkaran, iki ruhun kendi güzelliklerini ortaya koymasıdır. Tek başına pek bir işe yaramayan bazı ruh halleri bazen iki kişinin gücüyle sinerjisini pembeye çevirir. Karanlığa düşmüş iki ruh, birden bire savruluverir birbirine ve karanlığı aydınlığa çevirebilir.
Doğan güneşin bedeli, gecenin de aniden göz kırpmasıdır. Hergün bu bir rutin olarak kendini tekrar eder. Güneşler doğar, geceler çarpar. An’lık rüzgarlar eser durur. Yorucu ama hayatı getiren güzelliklerdir bunlar. Bir örselenir bir nirvana’ya erersiniz kendi başınıza. Sevinçler yerini en dipsiz kuyulara bırakır. Sonra yine gün doğar. Çözümlenemeyen bir düğümün yavaş yavaş açıldığına sadece şahit olmak gerekir belki. Elinden geleni yapıyorsa iki taraf da, sembolleri, metaforları sevgiyle örüyorsa.
Elbette, yalana da düşer ruh, dolana da. En mühimi, en doğru diye bir şey olmadığını anlamak gerektiğidir. Sezgilerin, en iyisini kişiye söylediği tartışılmaz. Mantık denilen o sert çerçeve aslında toplumsal kuralların yerleşkesidir. Bu sebepten dolayı sezgiler ile ve kalbin sesiyle hareket etmek, insana ve hayata saygı duruşudur. Sevginin gücü, kendi başına dağları deler diye iddialı bir cümle kurmaya cüret etmek henüz istemem ama yepyeni yollar ve imkanlar yaratır.
Dün akşam bir deprem oldu. Şiddeti 6.1 merkezi Kütahya. Ruhumdaki depremin hemen ardından gerçeği geldi. Şaka değil, insan böyle anlarda öncelikleri konusunda bir ürpertiye kapılsa da gene aşkın ne kadar öncelikli olduğunu hissediyor. Belki de benim ruhum, aşkı aşkın yaşamak isteyen sanatçının aynasıdır. İçerden sarsılırken tutunacak bir dal arayan melankolik ruhun, gerçek deprem anında donakalması gibi…
Bir Fikret Kızılok şarkısı ne de güzel anlatır her şeyi : Zaman zaman. Şarkıdaki hüzün ve sükunet, bu iki duygu arasındaki devinimler çarpar geçer kalbi. Her akşam kadehime doluyorsun der, seni düşününce içime sığmıyorsun der. Bu dizeleri herkes gibi söylemez. Aşkın maliyetini bilen ve bedellerini yeterince ödemiş bir ses’tir adeta bu ses. Bir parça huzur arar belki de, güven veren bir omuz bile yeterli olabilir bazen. Kalbi güm güm atarken, saf bir sevgi ister karşılığında ama tezatı tutkudur ki tutku elzemdir benim için.
Hem saf hem tutkulu bir sevginin ocağında yaşamak ister çingene ruh. Hesapsız kitapsız, matematiksiz,an’da kalmayı bilerek, sabrederek, inanarak, gürültü patırtı çıkarmadan, agresifleşmeden, çimdikleyerek ve hafif kulak çekerek ama karşısındakini olduğu gibi tüm varlığıyla kabul edip severek, yargıcı oynamadan, sorgusuz sualsiz sevebilmek ne büyük erdemdir insanoğlunun bir kısmına bahşedilmiş. Bu hislere sahip olduğum için şanslı görüyorum kendimi, aşka layık olanlar kavuştuğunda zaten “Kimlik Kartı Yok Aşkın” diyecek pembe/mor/kırmızı renklere bulanmış hassas ama güçlü yürekler….
Ece Dorsay
ecedorsay@yahoo.com
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder