Gökkuşağının altından geçerken...

Gökkuşağının altından geçerken...

24 Ocak 2012 Salı

Babylon'da Yalnız Bir Kadın : Jane Birkin ve Zenne Filmi

Babylon’da Yalnız Bir Kadın : Jane Birkin ve Zenne Filmi
22 Ocak 2012 BirGun Pazar Eki

Babylon’dan iki gece üst üste zarif şarkıcı Jane Birkin geçti. İlk geceki konserine gittim. Gerçekten büyüleyici bir atmosferdi. İnsanı boğan kalabalık hariç. İğne atsanız yere düşmüyordu, önce üst kattan izleyeyim sahneyi daha rahat görürüm dedim ama balkon da tıklım tıklımdı ve görmek imkansızdı. Aşağıya indim tekrar ve bara yaslandım, sürekli içki alanlar ve habire sigara molasına çıkmaya çalışanlar arasında konseri izlemeye çalıştım. Açıkçası, insan trafiği yüzünden yeterince odaklanamadım konsere. Çok daha hipnotize olmayı ve atmosferde kaybolmayı umuyordum.

Birkin sahiden büyük tevazu sahibi ve içten bir şarkıcı. Müzik tarihindeki önemine rağmen bu kadar huzurlu, sade, kendiyle barışık kalabilmeyi başarmış Marianne Faithfull’un konseri geldi aklıma. Seyircilerin arasında şarkı söyledi, gezindi, bol bol Gainsbourg anılarını ve Japonya’daki depremzedeler için düzenlediği turnenin detaylarını anlattı. Arkasında uzakdoğulu müzisyenlerden oluşmuş bir orkestra vardı ve onlarla gurur duyduğunu söyledi.
Japonya depreminden bahsederken, Van depremini de unutmadı ve ne yazık ki benzer nedenle gönüldaş oldunuz bu aralar dedi. Bembeyaz karlar altında İstanbul’un nefis bir şehir olduğunu anlattı. Sanırım trafiğe ve kapanan yollara maruz kalmamış İstanbul’da.

“Je t’aime, moi non plus…” beklerdik ama kiminle düet yapacaktı ki Gainsbourg’dan başka… Saçma bir düet olacağına hiç söylememesi daha iyi oldu belki. “Baby Alone in Babylone”’u söylerken hepimiz büyülendik ama özellikle ben sadece bu şarkı için bile konsere gidebilecek biri olarak , ayrı etkilendim. Yaralarıma tuz basıldı o şarkıyı dinlerken…

Geçen hafta radyo programımda Editors çalacaktım ama kesilen elektrikler, çalışmayan metro ve şiddetli kar yağışı derken bu haftaya kaldı. Gerçi bu yazı çıktığında ya Editors çalmış olacağım ya da kafama esecek bambaşka bir konseptle çıkacağım karşınıza.

Ocak ayının Milliyet Sanat dergisi gene dopdolu keza Bir Artı Bir dergisi de öyle. İyi ki böyle dergiler de var diyor insan. Etrafımız “güzellik ve bakım” türevi dergilerden geçilmezken ve hatta blog’lar, müzik dergilerinin satışını dibe vurdurmuşken Milliyet Sanat ve Bir Artı Bir gibi dergilerin varlığı bir mucize. Kapağında The Doors olan bu müthiş sayıyı kaçırmamak lazım. Çok özel ve zengin The Doors dosyası, okumaya değer.

Zenne

Kurgusu ve senaryosu problemli bulunsa da, Türkiye’deki gökkuşağı dünyasını pek gerçekçi anlatmıyor olsa da, Ahmet Yıldız davasını sahiplenmesi ve kamuoyundaki önyargıları kırması açısından devrimci ve önemli bir film. Belki de ilk eşcinsel töre cinayeti filmi bu. Sadece cesareti bile alkışlanmaya değer ki ben filmi gayet sürükleyici buldum, kurgu hatalarına, gerçekçilik eksikliklerine rağmen güzel bir film. Zenne olan eşcinsel karakter fazla karikatürize geldi bana. Türkiye’deki eşcinsel algısındaki klişeleri daha fazla bozan bir karakter olabilirdi. Ekonomik ve sosyal anlamda daha üst düzeyde yaşayan ama kendini belli edemeyen karakterler de eklenebilirdi. Avrupa festivallerine gitmesi ve oralarda da gösterilmesi mühim ama en mühimi Türkiye’de göreceği ilgiydi ve beklenenden daha iyi gittiğini yönetmeni söyledi. PR konusunda BKZ iletişim ve Özlem Demirkıran’ı tebrik etmek lazım. Twitter dahil tüm sosyal medya ortamlarında epey emek veriyorlar filmi tanıtmak için. Bu filmi anne/babalar kesinlikle görmeli hatta en çok da eşcinsellere öcü gibi bakanlar merak edip gitmeli ki bu sayede belki tektip yaşamların olmadığını görüp öteki gördüklerinin acılarını sahiplenirler.

Ece Dorsay
ecedorsay@yahoo.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder