Gökkuşağının altından geçerken...

Gökkuşağının altından geçerken...

11 Mart 2013 Pazartesi

Baler'den Kahve Molası



Baler’den Kahve Molası
10 Mart 2013 BirGün Pazar Eki

Önce bir grup ismi sandığım ve daha sonra solo proje olduğunu anladığım Baler’in Kahve Molası adlı albümünün dezavantajı, kapağındaki kahve fincanı ve ismi. İlk bakışta bir restoranın tanıtım CD’si ya da farklı tasarlanmış menüsü gibi duruyor.

Biraz geç gelmiş bir albüm gibi. Müzikal yapı ve sanatçının duruşu, 90’ların sonunda taze bir soluk olabilirdi. Fotoğraflardaki Fender Marcus Miller bas gitarı, benim bas gitarın aynısı diye sevindim çocuksu bir heyecanla. Basçı birinin ön planda olması her zaman renkli bir boyut katar müziğe. Sting edası var bu durumda. Gereksiz adlı şarkının sözleri klişelerle dolu , keza Söyle Sevgili de öyle. “Sensizliğin günleri acıtmadan geçer mi?” “Hala sımsıcak anılar, hiç kapanmadı yaralar” gibi sözlerin artık tedavülden kalkması gerekmiyor mu?

Basın bülteni bize şunları diyor :

“Baler, basçı/solist olarak Ankara ve İstanbul sahnelerinde 25. yılını tamamlarken, ilk albümü Kahve Molası’nı müzikseverlerin beğenisine sunuyor...

Tarsus Amerikan Koleji’nde başlayan müzik hayatına, AAAL ve ODTÜ’de devam eden Baler, iş hayatı yıllarında da müzikten hiç kopmadı. Bir yandan çok uluslu şirketlerde pazarlama/proje yöneticiliği kariyerini sürdürürken, diğer tarafta efsane grup Mustafa Hadi Dedi ile on yıl boyunca Ankaralılar ile buluştu.

Bir kahve molası keyfinde...

Günü yaşamak, hayatı ve hayalleri ertelememek temalarını blogunda ve pop rock tarzındaki bestelerinde sıkça işleyen Baler, albümü baştan sona Cenk Eroğlu ile Xcarnation stüdyolarında tamamladı. 8 parçanın hepsinin söz ve müziği Baler’e ait.

İşte, okulda, trafikte başınızı kaldırıp bir soluk almak isterseniz, kahve molası keyfindeki bu albüm We Play etiketi ile Eylül ayının ikinci haftasında müzik marketlerde...”

Cenk Eroğlu, gizli kahraman. Bu albümde emeği büyük.
Güzel bir renk olabilecekken klişelerin arasında sıkışmış kalmış Baler’in albümü…

Şirket : WePlay

NME dergisinin, bu hafta dinlemeniz gereken 10 şarkı önerisi ilginç ve güzel :

James Blake – Digital Lion
AlunaGeorge – Attracting Flies
Best Coast – Fear of My Identity
Joey Bada$$ Feat. Chance The Rapper – 'Wendy N Becky
Tyler, The Creator – 'Treehome'
Dirty Projectors – There is a Fire
Findlay – Off and On
Father Sculptor – Lowlands
Iggy Azalea – Work
Fucked-up – 21st Century Cling-Ons








CEM ÖZEL’den Funk Tınılı Bir Başlangıç




CEM ÖZEL’den Funk Tınılı Bir Başlangıç
 3 Mart 2013 BirGün Pazar Eki

Elimdeki yerli alternatif albümleri tekrar gözden geçirirken, Cem Özel’in İnim İnim adlı  ilk albümüne yeterince dikkat kesilmediğimi farkettim. Dinleyeme başladığımda, içine zor girilen ama girildi mi kaybolunan çok zengin bir albüm keşfettim. İlginç şahsiyet Cem Özel’i önce bir tanıyalım :

Londra doğumlu multi-enstrümentalist Cem Özel, ilk solo albumü “İnim İnim”i We Play etiketiyle yayınladı. 13 şarkıdan oluşan albümün tüm şarkılarının söz, müzik, düzenleme ve yapımı yine Cem Özel’e ait.

Eğlenceli; ama bir o kadar da anlamlı şarkı sözleri ve samimi müzikal dokunuşlarıyla dikkatleri hızla üzerine çeken ve müzik tutkunu bir aileden gelen 1985 doğumlu multi yetenek Cem Özel, oldukça küçük yaşta önce klavye, ardından da gitar çalmaya başladı. En sevdiği gruplardan biri olan The Beatles şarkılarını yorumlamaya başlayan Cem, lise döneminde de tiyatro ve müzikle yakından ilgilendi. Londra’da popüler müzik çalışmaları ve müzik prodüksiyonu eğitimi aldıktan hemen sonra profesyonel müzik kariyerine Türkiye’de ‘Wufi’ adlı electro funk grubuyla başladı. Üç sene boyunca Wufi ile Türkiye’nin çeşitli şehirlerinde konser veren Cem Özel, bu seneki Eurovision temsilcisi Can Bonomo’nun ilk albümüne bir beste verdi ve çeşitli parçalarda gitar ve klavyede eşlik etti. Wufi grubunun müziğe ara vermesinden sonra solo kariyere adım atmaya karar veren Özel, 2 yıl önce Türkçe şarkılar yazıp ilk albümünün hazırlıklarına başladı. 

İki yıllık çalışmanın ardından The FatLab’de kaydedilen “İnim İnim” albümünün mix ve mastering’i ise yine Wufi grubundan Ali Rıza Şahenk’e ait. Rock, psychedelic ve funk türlerini ilginç şarkı sözleri ile harmanlayan Cem Özel, konserlerindeki akustik düzenlemeleriyle de ilgi çekiyor.

Prince’in Türkiye şubesi değil elbet ama bir çok enstrümana hakimiyeti, kattığı renkler, zor şarkılarına ve kimine anlaması zor klibine bir sos gibi. Cem’in soyadı gibi Özel bir albümle karşı karşıyayız. Vokalden çok düzenlemelere taktım. Vefasız adlı şarkıda slide gitarlar çok başarılı. Zen, Replikas ve BabaZula etkilenimleri fazlaca görülmekte. Bu biraz dezavantaj mı bilemiyorum ama Can Bonomo duruşundan da uzaklaşırsa, tamamen kendine özgü olabilir.

Tarzını Psychedelic / Rock / Funk olarak tanımlayan Cem Özel’in ekibi :

Cem Özel: Vokal, Gitar
Mahmut Albulak: Vokal, Gitar
Toros Energin: Vokal, Klavye
Umut Şimşekli: Bas gitar
Barış Baykan: Davullar

Sözleri, müziği kendisine ait olan İnim İnim adlı parçanın klibi de hiç ticari değil.
Oldukça ilginç bir klip . Klibin yönetmeni: Can ESKİNAZİ Yapımcı: Yoel MERANDA Görüntü Yönetmeni : Meryem YAVUZ Kurgu: Eytan İPEKER- Can ESKİNAZİ Styling - Kostüm: Ece SONER

Aslında funk dışında Reggae ritmleri de çok kullanılmış. Şarkılar birbirinden farklı ilginç düzenlemeler içeriyor. Vokallere daha fazla ruh katılsa çok daha etkileyici olabilirdi albüm ama sözler melodilere yakışmış. Kevgir çok ilginç bir ballad. Tam alternatif diyebileceğimiz bir düzenleme. Slide gitar ve reggae /funk ritmlerini özellikle sevdim.

Bu aralar neler dinliyorum :

Cem Özel – İnim İnim
Sezen Aksu – 1945
Nükhet Duru – Melankoli
Keziah Jones – Million Miles From Home
Keziah Jones – Rhythm is Love
Bülent Ortaçgil – Denize Doğru
Yora – Karşılaşma
Mauna Kea – Gaia
Psychedelic Furs - Heaven
Editors – And End has a Start 

Ricochet ve Sakareller



RICOCHET ve SAKARELLER
24 Şubat 2013 BirGün Pazar Eki

Peyote Müzik’ten çıkan albümler, karakterleri itibariyle biraz geri planda kalabiliyorlar.
Metaforum şu : alternatif oldukları için sesleri çok duyulmuyor. Günümüzde alternatif diye lanse edilen ama alakası olmayanlara inat, çok farklı albümler çıkıyor Peyote müzik’ten.
Sorunları, biraz daha üzerinde uğraşılsaydı dedirtenlerin çok olması….
Demo gibi tınlayan şarkılar içerenler var : Ricochet’nin The Burning One albümünü beğendim. Gitar sound’ları, aradaki vokaller ve hafif kirlenebilen yalın gitar akorları, grubun bir arada çaldıklarında, canlı çalınırken hissedilen sahne enerjisini albüme taşımış.

Yaklaşık on yıldır değişen kadro ve isimler altında müzik yapan İstanbullu topluluk Ricochet‘nin “Burning One” adlı ilk albümü Peyote Müzik bünyesinden çıkan albümler arasında. Kayıt ve mikslerin Barkın Engin’e, mastering’in ise yine Replikas’tan Burak Tamer’e ait olduğu albüm grubun uzun yıllardır birlikte yapmış olduğu müzik üretiminin, en çiğ haliyle, davul, bas, gitar ve vokallerin güçlü bir birleşimi. 10 parçadan oluşan albüm farklı dönemlerin akımlarından referanslar taşıyor.

Replikas gibi tecrübeli ve müzikal anlamda başarılı bir grubun, kendi izinden giden veya farklı tattaki gruplara böyle kol kanat germesi, güzel bir hareket. Psychedelic kelimesini çok fazla kullanır oldu müzisyenler ama albümde grunge tonları hatta Pixies’in ruhunu da sezdim.
Referanslar her zaman iyidir, hiçbir müzik türü gökten zembille inmez. İlk klipleri Monkey’s Heart’ı , Portecho ve Mira’dan tanıdığımız değerli müzik adamı Tan Tunçağ çekmiş. Miray Kurtuluş da klibin asistanlığını yapmış. Böyle dirsek temasları, çok değerli benim gözümde.
Çoğu kimsenin birbirine dokunmadığı, yardımlaşmanın sadece gövde gösterisi olduğu sözde “rock”  müzik ortamlarında, daha iddiasız alternatif akımlarda bu güzellikleri görmek sevindirici.

Grubu tanımak gerekirse :

Ricochet:
Çağrı Küçükay (vokal)
Erol Arman (gitar)
Hakan J. Dedeoğlu (gitar)
Onur Güven (bas)
Taylan Turan (davul)

Fugazi ve Sonic Youth gibi gruplardan esinlenmelerine rağmen, buldukları hissiyat kendine özgü. Clean gitarlar ve tekrar eden nakaratlar, insanı biraz hipnotize ediyor ve melodiler akılda kalıyor. Albümün ingilizce olması, müziğin tarzına biçilmiş kaftan gibi uymuş.

Gelelim, ismi gibi ilginç müzik yapan Sakarller’e. Onlar da bir Peyote Müzik grubu.

Kendilerini "21. yüzyılda oluşmuş bir nevi rok grubudur." şeklinde betimleyen Sakareller, lokal sahnenin bizim de takipte olduğumuz ve beğendiğimiz nev-i şahsına münhasır gruplarından. 2010 yılında, Peyote Müzik etiketiyle "Beş Dakika Daha" isimli ilk albümlerini yayınladılar.

Albümde en sevdiğim parçalar : Anı Hırsızı , Beş Dakika Daha, Delinin Defteri. Ki daha fazla mesai ayrıldığında daha da sevilecek bir albümle karşı karşıyayız. Vokaller bazen demo tadı verse de, gitarlarda bulunan riff’ler, akor döngüleri, birbirini tamamlayan alternatif akorlar çok başarılı. Bıkmadan usanmadan dinleniyor ve insanı tütsülerle dolu, tuhaf bir odaya hapsediyor sanki. Ferahlama değil daralma albümü ama kötü anlamda değil. Çok fazla aşina olmadığımız akorlar, riff’ler insanda farklı bir etki bırakıyor.

Kısa tanıtımlarına bakmalı :

Sakareller, İstanbul'da konuşlanmış, bir nevi rok grubu.
Şöyle: Başar Uğur ve Barış Fidaner liseden beridir birlikte müzik yapıyorlardı. 2003'te Boğaziçi Üniversitesi müzik kulübünün prova stüdyosu Taşoda'da Bahadır Maşa ve Uğur Güney gruba katıldı. Sonrasında Tünel'deki ortak bir stüdyoya giren grup Sakareller isminde karar kıldı. Boğaziçi'nde, Peyote'de ve muhtelif birkaç mekanda konserler verdi.
Başından beri kendi şarkıları üzerinde çalışan grup, geçen zamanda bir albüm dolduracak kadar şarkı (ve katlarınca da taslak) biriktirdi. 2009 sonbaharında kayıtları ve miksi yapılan albüm, "Beş Dakika Daha" adı altında Mayıs 2010'da Peyote Müzik etiketiyle yayınlandı.
Ağustos 2010'da Uğur'un Amerika'ya teorik fizik doktorası yapmaya gitmesiyle birlikte gruba Emir Aksoy dahil oldu.

Albüm sonrası ilk kayıt niteliğinde olan Sandık, Karga'nın yayınladığı "Kompile Karga 2"nin giriş şarkısı. Sandık'ın bir diğer özelliği; Uğur Güney'in yerine Sakareller kadrosuna dahil olan Emir Aksoy ilk kez bu kayıtta vokali ve gitarıyla şarkıya katkıda bulunuş.

Peyote müzik etiketiyle çıkalı epey olmuş ve biraz köşede kalmış bu albümleri tanıtmak gerektiğine inandım. Epey ilginç albümler ve biraz olsun, klişe rock’dan bıkanlar için bir hazine. Batı kökenli alternatif akımlara aşina olanlar ise daha eleştirel bir kulakla dinleyeceklerdir bu albümleri.

Ece Dorsay

ecedorsay@yahoo.com

Yora ile Karşılaşma



YORA ile KARŞILAŞMA
17 Şubat 2013 Birgün Pazar Eki


Karşılaşma adlı şarkılarının , Boğaziçi Üniversitesi’nde kulağıma geldiğini anımsar gibiyim.
Okuldaşız ne de olsa ve Taş Oda adlı stüdyodan da geçmişiz. Benimki tek prova hatırası içerse de, Güney kampüste yıllarını geçirmiş biri olarak iyi hatırlıyorum o yıkık dökük ama bir o kadar da tatlı stüdyoyu…

Vokal/gitarda,  Akif Ercihan Yerlioğlu , kendisini okuldan tanırım, analog fotoğraf makinesiyle güzel kareler çekiyordu bir dönem, hala devam ediyor mu bilmem ama güzel siyah beyaz kareler çekmişti okulda. Gitarda, Uygar Çehreli, Bas gitarda , Büsra Yalçınöz
Davulda  Burak Özkök, Vokal/Geri vokalde  Fundagül İnce, Saksofonda Emir Erünsal (kendisi aynı zamanda psikologluk mesleğini icra etmekte, pek de tatlı bir insandır.)
Synth, org,piyano, geri vokallerde Ozan Tekin.

2003 yılından beri Peyote, Dogsztar gibi mekanlarda ve üniversite festivallerinde sahne alan yedi kişilik YORA, iki EP yayımlamış albümden evvel. Günümüzde amatörden hallice gruplarda az rastlanan istikrarla müzik yapmaya devam etmişler ve ilk stüdyo albümlerini çıkarmışlar. www.myspace.com/yoramusic’ten detaylı bilgi edinebilirsiniz. Yüxexes programında da demo bir kliple yer alıp dikkat çektiler.

Peyote’de epeyce konserler verdiler. Boğaziçi Üniversitesi’nin Taş Oda konserlerinde çaldılar.
Mor ve Ötesi’nin ilk dönemlerine benzetenler oldu. Ben çok daha farklı bir tat buluyorum müziklerinde. Vokaller yeterince çarpmıyor ama Coldplay sound’una yedirilen saksafon sesi, gruba Dave Matthews Band’in rengini katmış.

Tanıtımda yazan ise : "Gün Sözleri" ile YORA, farklı müzik türleri arasında gezinen üslubuyla yine bağımsız bir tavır sergiliyor. Indie, rock, caz, pop, tınılarının bir bütünlük içinde sunan Yora, yeni sözler söyleyeceklerini bu muhteşem albümleri ile kanıtlıyor! Grup, bu albümde "Bugün" EPsinden ilgi çeken Karşılaşma II şarkısının akustik yorumunu, dünyaca ünlü La Blogotheque-Take Away şovlarına dahil edilen Homeun stüdyo kaydını ve beraberinde altı yeni şarkıyı zengin bir müzik deneyimiyle sunuyor.”

Yeni sözler bulduğumu söyleyemem yine de. Karşılaşma, epik bir şarkı olabilirmiş ama tek bir dize işi bozuyor : “bir adam , bir de kadın, buraya kadar hikaye aynı” . Bu dize yerine başka bir girizgah yapılsaydı, epik bir şarkı olabilirdi. Biraz klişe ve aşkı daraltan bir başlangıç diyebiliriz. Bağımsız bir gruptan daha geniş bir vizyon beklemek hakkımız.

İlk Ses ile umut dolu bir giriş yapıyoruz albüme. Bilindik bir riff ama yine de bir ferahlık veriyor insana. Biz grubunun da sound’una yakın duran bir girizgah. Şarkı, Işık Lekesi olarak devam ediyor ve vokal tanıdık bir dostun sesi gibi elini uzatıyor kalbe. Şiirsel sözler var şarkıda ama bazen şarkılar bu kadar şiirselliği kaldıramıyor. (bu derdi bizzat yaşamış biri olarak söylüyorum)
Atlıkarınca , çok orijinal bir intro ile başlıyor. Bir saat tik tağı duyuyoruz. Bu şarkı , tatlı tondaki klavye sound’u ve vokalin yumuşaklığı ile Keane grubunun ses dolaylarında geziyor.
Kesinlikle benzerlik olarak değil, estirdiği hava olarak. Çok başarılı bir düzenleme. Zor bir şarkı, sıradan rock düzenlemelerine alışmış kimseler için. Bana  şifa gibi geldi.

Hayat Güzel daha iddiasız duran bir şarkı. Sözler ile biraz daha uğraşılsaydı etkisi artardı.
Home’u beğendim. İngilizce şarkıları arttırabilir Yora. Neden olmasın?

Albümün teşekkür bölümünde geçen ilk isim Hakan Orman. Harf sırası öyle denk getirmiş olabilir ama böyle kıymetli bir adamın ilk anılması hoşuma gitti. Peyote’nin mimarlarından ve maalesef kendisini talihsiz bir şekilde erken kaybettik. Orada çaldığımda sohbet şansımız olmuştu.

Sonuç olarak, iyi ki böyle bir albüm çıkmış. Yora’nın devamlılığı olmasını dilerim. Taze bir nefes, karanlık gündemin boğduğu günlerde huzurlu bir bahçede dolanmak gibi bu albümü dinlemek… Grubun naifliği ve sadeliği ruha iyi geliyor.

Bu ara en çok dinlediklerim :

Yora – Home
Yora – Karşılaşma II (akustik)
Suede – Beautiful Ones
Sezen Aksu – Yanmışım Sönmüşüm Ben
Mauna Kea – Gaia
Adele – Set Fire to the Rain
Ajda Pekkan – Vitrin
Sezen Aksu – Bir Çocuk Sevdim
Pink – Raise Your Glass
U2 – City of Blinding Lights






Galaktik ve müzikal bir yolculuk : Mauna Kea





Galaktik ve müzikal bir yolculuk : Mauna Kea
10 Şubat 2013 Pazar Eki

Dünyanın başlıca rasathanelerinden birine ev sahipliği yapan Hawaiili uyuyan dev Mauna Kea'nın ismi, 2009 yazında Mehmet Yaranona, Mete Yafet, Koray Erkan ve Yiğit İrde için farklı bir anlam kazandı. Okyanus derinliklerinden yükselip gözlerini sonsuzluğa diken bu görkemli dağ, beraber ses çıkarmaya henüz başlamış olan dört arkadaşın zihninde çalanların en anlamlı yansıması oldu.  Mauna Kea'nın çoğunlukla enstrümantal olan müziği, post-rock, progresif rock, elektronik müzik, jazz ve diğer türlerin yanı sıra, grubun doğum yeri olan İstanbul'un etkilerini taşıyor. İTÜ MİAM'lı üç ses mühendisi ve bir grafik sanatçısından oluşan Mauna Kea, ilk albümü Scales’i Ada Müzik etiketiyle yayınlandı.. Grup Üyeleri Mehmet Yaranona  (Gitar, Synth) Mete Yafet  (Gitar, Synth) Koray Erkan  (Bass Gitar) Yiğit İrde.

Enstrümantal müzikleri, kesinlikle bir virtüöz gösterisi değil. Yer yer, KafabinDünya’da bulduğum temaları da buldum ama benzerlik olarak değil. Ruhani bir kardeşlik vardı sanki ama karşımızda çok daha sofistike bir albüm var. Elektronik sesler ise, canlı enstrümanların arasına o kadar güzel yedirilmiş ki, çok çarpıcı bir iş çıkmış ortaya. Evrensel bir iş olmuş. Albümün kapak tasarımı çok başarılı. Carl Sagan’dan bir alıntı var. İngilizce bilmeyenler için bir çeviri olmaması biraz problematik ama global bir kafayla basılmış albüm belli ki.  Giriş parçası Surface, albümde nasıl bir atmosfere dalacağımızı bize net bir şekilde hissettiriyor ve ardından gelen Gaia ile, atmosferik sound’lar ve Brian Eno ruhunun içine dalıyoruz adeta…
The Walk ile güzel bir yere gidiyoruz. Karanlık bir ormanda tedirgin bir yürüyüş yapıyoruz adeta.. Deceiving Sun da, gitar tonları ve bas yürüyüşüyle, biraz sorgulatıcı bir parça. En azından bende uyandırdığı his, bu oldu..

Albüm, sonlara doğru biraz kendini tekrar etmeye başlıyor. Gaia’da hissettirdiği heyecan, elektronik öğelerin müzikle bütünlüğü keşke daha cesur denemelerle arttırılsaydı ve şarkı sayısı da artsaydı.

Grubu biraz daha yakından tanımak gerekli ;
1982 Elbistan doğumlu Mehmet Yaranona, İstanbul Alman Lisesi, İTÜ Fizik Müh.’den sonra İTÜ MİAM Ses Müh. ve Tasarımı bölümlerini bitirdi. Lise dönemlerinde hobi olarak ilgilendiği müzik, daha sonraları profesyonel bir değer kazandı ve 2012’de ortağı Tolga Türünz ile birlikte Opus Prodüksiyon adında bir müzik prodüksiyon şirketi kurdu. Mauna Kea’nın yanı sıra Kül adlı rock grubunun da gitaristi olan Mehmet, ayrıca albüm prodüksiyonları, reklam ve tanıtım filmi jingle’ları yapmaktadır.

1983 İstanbul doğumlu Mete Yafet, İstek Semiha Şakir Lisesi eğitiminden sonra Yeditepe Güzel Sanatlar Grafik Tasarımı bölümünden mezun oldu. Yeditepe Görsel İletişim Tasarım ve Amerika West Virginia Üniversitesi Master of Arts bölümlerinde yüksek lisans yaptı, ses-görüntü senkronizasyonu üstüne olan çalışmalarıyla tezini tamamladı. Şu an kurucu üyesi olduğu Bench Studio adlı Görsel Tasarım-Video Prodüksiyon şirketinde sanat yönetmeni olarak çalışmaktadır. Küçük yaşlardan beri müzikle hobi olarak ilgilenen Mete, yaklaşık 6 sene boyunca profesyonel DJ’likle uğraştı. Türkiye'nin önde gelen mekanlarında uluslararası bir çok prodüktör ve DJ’le birlikte çaldı ve müzik kariyerinin ilk zamanlarında 2004 Turntable Pro anketine göre Türkiye'nin en iyi 100 DJ’yi arasına girdi.


1984 yılında İstanbul'da doğan Koray Erkan, lise eğitimini aldığı Kdz. Ereğli Anadolu Lisesi’nin ardından lisans eğitimini Yıldız Teknik Üniversitesi Elektrik Mühendisliği bölümünde, yüksek lisans eğitimini ise İstanbul Teknik Üniversitesi MİAM – Ses Mühendisliği ve Tasarımı bölümünde tamamladı. Liseden mezun olana kadar hobi olarak ilgilendiği müziğe üniversite yıllarıyla birlikte profesyonel bir mantıkla devam eden ve çeşitli sanatçılarla albüm ve sahne çalışmaları yapan Koray Erkan, 2006 - 2008 yılları arasında Emrah Sarıtunalılar'dan bas gitar ve müzik teorisi üzerine dersler aldı; yüksek lisans eğitimi ile birlikte de müzisyenliğin yanı sıra albüm prodüksiyonu ve ses mühendisliği üzerine çalışmalara başladı. Şu sıralar Gulyabani, Mauna Kea ve Kül’ün yanı sıra Tolga Burkay ile çalışmalarına devam etmektedir.

1982 İstanbul doğumlu Yiğit İrde, davulla ortaokul döneminde, Galatasaray Lisesi'nde öğrenciyken tanıştı. ABD Vermont'ta bulunan Middlebury College'da Film ve Medya eğitimi görürken, Audio Ergo Sum adlı acid jazz grubuyla müziğe devam etti. Bir süre İtalya ve ABD'de yaşadıktan sonra 2006'da Türkiye'ye dönen Yiğit, İTÜ MİAM'da Ses Mühendisliği master'ı yaparken sırasıyla Marvin, Up Up & Away ve Mauna Kea adlı gruplarda davul çaldı. Sesin çevremizde ve medyada etkin kullanımını konu alan "İşitsel Markalama" üzerine çalışmalar yapan Yiğit, şu sıralar bir reklam ajansında yazarlık yapmakta ve Mauna Kea ile müzik çalışmalarına devam etmektedir. 
Gördüğünüz gibi, epey vizyonlu bir grupla karşı karşıyayız. Daha cesur çalışmaların artarak gelmesini umut ettiğim bir grup.

Bu aralar en çok dinlediklerime gelince :
Mauna Kea : Gaia
Sezen Aksu : Unuttun mu Beni?
Joy Division : Disorder
The Cure – A Strange Day
U2 – Desire
Psychedelic Furs : Heaven
Modern English : I melt with you










Akustik Şiirler ve Robin Guthrie Melankolisi





AKUSTİK ŞİİRLER ve Robin Guthrie Melankolisi
 27 Ocak 2013 BirGün Pazar Eki

Şair ve müzisyenler “Akustik Şiirler” kitabı için bir araya geldi. Türkiye’nin önemli müzisyenleri ilk kez bir arada bu kitapta… Şair ve müzik yazarı Kadri Karahan’ın hazırladığı  "Akustik Şiirler" isimli proje ülkemizin birbirinden değerli müzisyenlerini bu kez şarkıları ile değil şiirleri ile sizleri buluşturuyor.

Kitaptaki isimler, genç yaşta hayatını kaybeden müzisyen Serhan Şeşen’in anısını ve adını yaşatmak için bu projede bir araya geldiler. Kitaptan elden edilecek gelir, Serhan Şeşen adına kurulan ve başta müzik, felsefe, sağlıkla ilgili çalışmaların gelişmesine yardım etmek amacına hizmet eden "Serhan Şeşen Müzik Felsefe ve Yaşama Saygı Derneğine" aktarılacak.

Türkiye’nin önemli müzisyenlerinin ilk kez bir arada, şiirleriyle yer aldığı “Akustik Şiirler - 46 Müzisyen 46 Şiir” isimli kitabın tanıtım gecesi, önceki akşam Bronx Pi’de gerçekleştirildi. Gece, Kadri Karahan’ın sunuculuğunda genç müzisyenler Ece Şermet ve Efe Deniz Erdoğan’ın çello ve gitar dinletisi ile başladı. Kitapta yer alan Aydilge, Birsen Tezer, Burhan Şeşen, Cenk Taner, Çiğdem Erken, Ece Dorsay, Ece Ülker, Edip Emre, Gülcan Altan, Hüsnü Arkan, Neslihan Engin, Sevtap Ünal ve Züleyha birer şiir - şarkı ile sahne alırken, geceye edebiyat dünyasının önemli isimlerinden Cezmi Ersöz, Altay Öktem, Deniz Durukan, Nevzat Çelik, Şerafettin Kaya gibi şair ve yazarlar katıldı.

  “Akustik Şiirler’’ iki yıla yakın bir sürede hazırlandı. İki değerli müzik yazarı/eleştirmeni Naim Dilmener’in ve Deniz Durukan’ın da önsöz yazarak katkıda bulunduğu kitabın geliri Serhan Şeşen Müzik, Felsefe ve Yaşama Saygı Derneği’ne bağışlanacak.
 
Bu kitap, müzikal anlayışları/öncelikleri çok geniş bir alana yayılmış isimleri bir araya getiriyor. Bu geniş müzikal anlayış ve öncelikler, kitabın içeriğine de olduğu gibi yansımış. (Form ya da biçim olarak) birbirinden farklı şiirler yer alıyor sayfaların arasında ama ortak noktaları, giderek kuraklaşan/ıssızlaşan insana dair.”
- Naim Dilmener
 
Bu kitapta birçok değerli müzisyenin yazmış oldukları birer şiirle yer alması, ilk etapta şiir - müzik akrabalığına bir gönderme sayılabilir. Ama yapılan iş sadece bununla sınırlı değil. Müzisyenlerin müzik dışında başka bir sanat disipliniyle, şiirle bir araya gelmesinde bu sefer farklı bir anlam var. Burada yer alan müzisyenler erken yaşta kaybettiğimiz Serhan Şeşen adına kurulan derneğe katkı sağlamak amacıyla bir sosyal sorumluluk projesinde gönüllü olarak yer alıyorlar.”
- Deniz Durukan

"Serhan Şeşen Müzik Felsefe ve Yaşama Saygı Derneği” yararına, böylesine güzel ve anlamlı bir çalışma yaratmak çok değerli… İçerisinde yer almaktan dolayı mutluluk duyduğum bir eser…


ROBIN GUTHRİE ile BAŞKA DİYARLAR

Çaldığım yerden koşarak Robin Guthrie konserine yetiştim geçen Cumartesi…
Borusan Müzik Evi’ndeydi konser… Tahmin ettiğim gibi muazzamdı….
Borusan’ın ufak salonu, sakin atmosfer, oturarak dinleyen sessiz ve seçkin bir kitle,
atmosferik gitar sound’unu ve melankolik ambiyansı tamamlar gibiydi…

Davul, bas gitar ve elektro gitardan ibaret sade bir trio olarak, belgesel müziği tadını aşan sesler çıkardılar. Robin, lap top’uya ilginç ses pad’leri açtı ve looper’ı ile gitar katmanlarını oluşturdu. Delay pedalından da faydalandı. Muazzam reverb’ler, ekolar sesleri tamamladı.
Yaklaşık 1 buçuk saat süren konser, tadı damağımızda bıraktı. Cocteau Twins grubundan tanıdığımız gitarist Robin Guthrie’nin işleri, birkaç soundtrack’de de yer aldı. Soundtrack’lere yakışır bir sound’u var. Gitarı keman veya klavye sanabilirsiniz ve bunu sadece ekolu efektler ve looper ile yapıyor. Tüm duygularını da işin içine katarak bizi muazzam diyarlara sürüklüyor. Kaçırsam çok üzülecektim, tüm koşturmacama değdi sonunda.


Bu aralar en çok dinlediğim şarkılar :

David Bowie – Slow burn
Richard Hawley – Staandin at the Sky’s Edge
Editors – Papillon
Sezen Aksu – Yanmışım ben Sönmüşüm Ben
Sezen Aksu – 1945
Sezen Aksu – Bir Çocuk Sevdim
Ajda Pekkan – Çapkın
Ajda Pekkan – Vitrin
Biz – Aklım Nerede
Tindersticks – Medicine
Sibel Alaş – Adam
The Cure – The Edge of The Deep Green Sea
The LA’s – There She Goes
Elvis Costello - Alison
Pulp – Common People
Robin Guthrie – Tüm şarkıları


Ece Dorsay      

ecedorsay@yahoo.com

MÜZİK DOLU , RÜYA GİBİ BİR HAFTA


MÜZİK DOLU , RÜYA GİBİ BİR HAFTA
20 Ocak 2013 BirGün Pazar Eki 

Pazartesi günü hafta sakin başladı. Salı günü spora gittim, bol bol bisiklet çevirdim hatta belim vasat diye bisikleti 45 dakika çevirip başka bir çalışma yapmamaya karar verdim.
Bisikleti çevirdim ardından salatamı yedim, zencefilli meyve suyumu içtim, beklediğim mail geldi önce. Bir görüşmeye çağrıldım, uzun zamandır hayalini kurduğum bir kurumda bir işle ilgili. Hemen ardından gelen telefonla, kendimi Sezen Aksu’nun yanında buldum. Yıllardır beklediğim bir karşılaşma an’ıydı… Müthiş bir sohbet, müthiş bir müzik eğitimi, müthiş bir gün oldu benim için… Hayatım boyunca unutmayacağım güzellikte bir gün.

Günlerdir paylaştığım köprü fotoğrafları, hafta boyu köprüler kurdu hayatımda.
Perşembe gecesi Birsen Tezer’in albüm lansmanına gittim yağmura aldırmadan.
Mehmet Ali Birand’ın kaybı çok üzse de… Bir şekilde, fark ettirmeden, biz izleyicilerinin eski bir ahbabı gibi olmuş Birand. 32. Gün programı, Türkiye’de habercilik adına bir devrimdi. Herkesin kusurları var. Gidenin arkasından tef çalanlar bizleri dehşete düşürdü.
Sanırım bu Twitter denilen mecra, insanların ruhundaki karanlığı da fazlasıyla gün yüzüne çıkardı. Ürkücütü ve üzücü…

Birsen Tezer 17 Ocak'ta ''İkinci Cihan'' ın Lansman Konseriyle Ghetto'daydı !
Elbette kaçırmadım. Bugüne kadar Birsen’i 3 kez canlı izlemiş oldum.
Hayal Bistro’da 2011 yılında izlemiştim ilk. Daha sonra Abbasağa Parkı’nda Hüsnü Arkan ile izlemiştim. Yıl yine 2001 idi. İzmir’deki Bios konserlerine dostum gidip bana rapor veriyordu, genelde bu rapor : süperdi şeklinde özetlenebilir.

Birsen Tezer ''İkinci Cihan'' Çok yakında Ada Müzik'ten çıkacak. Eli kulağında.
2009 yılında ilk albümü ‘’Cihan’’ ı  yayınlayan  Birsen Tezer’in yeni  albümü ‘’ikinci Cihan’’ çok ama çok yakında raflarda... 

Stüdyo çalışmalarının ardından albümün kapak görselini de tamamlayan Birsen Tezer, bu albümde Derin Bayhan, Emre Tankal, Gürol Ağırbaş, Tunç Öndemir ile birlikte çalıştı...   İlhan Şeşen ve Sibel Köse vokal olarak eşlik ettiler...  Ayrıca, Akın Eldes, Bülent Ortaçgil, Erkan Oğur, Birol Ağırbaş, Tarık Aslan, Özer Orkun gibi çok değerli müzisyenler yer aldı...

Upuzun bir kuyruk vardı Ghetto kapısında. Sokağın başına kadar gidiyordu.
İçerde 500 kişi vardı rahat, Feridun Düzağaç ile karşılaşıp iki laf etmek güzel oldu. Hakkımda hoş bir yazısı vardı H2000 zamanlarından kalan. 2002 yılında, o sahnede yakıştığımı yazmıştı ve ben bunu hiç unutmadım. Hatırlattığım anda yazıyı da hatırladı. Telefonları değişecek fırsat ol madığı için Twitter’dan yazışırız dedik.

Sahne sürprizleri ise harikaydı : Akın Eldes ve İlhan Şeşen de sahne aldılar. Bas gitarda Gürol Ağırbaş vardı. Kapanışa doğru, Çığlık Çığlığa şarkısında  Ortaçgil ve Erkan Oğur, Birsen’e eşlik ettiler. Birsen, heyecanla, “25 yıl boyunca Eylül şarkısını söylerkenki an’ı bekledim” dedi, Ortaçgil ise, “ben de 25 yıldır böyle bir sesin söylemesini bekledim” dedi. Birsen Tezer sahneden “Ece !” diye bana selam vererek büyük sürpriz yaptı ve “Çığlık Çığlığa birazdan” dedi. Konser sonlarındaysa, “ben bu heyecana dayanamam , yarın telefonum kapatacağım haberiniz olsun” diyerek dostlarının isimlerini saydı, beni de katarak. Çok müthiş bir jestti. Birsen Tezer, bu başarıyı tamamen sabrına ve güzel kişiliğine borçlu. Tırnaklarla başarmanın ve hazımlı olmanın en güzel örneklerinden. O’nun zor yolunu en iyi anlayanlardanım gerçekten.

Geçen haftaysa Mask Live sahnesinde elektronik Türkçe Cover projemleydim. Benden sonra Koray Candemir sahne aldı. Albüm kaydından sonraki son konseriydi.

21 Ocak Pazartesi gecesi Bronx’da Akustik Şiir Gecesi var. Türkiye’nin önemli müzisyenleri ilk kez bir arada bu kitapta… Bir şiirimle ben de yer aldım bu kitapta. İçerisinde, İlhan İrem’den, Doğan Canku’ya, Sezen Aksu’dan Erkan Oğur’a  bir çok değerli isim var. Şair ve müzik yazarı Kadri Karahan’ın hazırladığı ‘’Akustik Şiirler’’ isimli proje ülkemizin birbirinden değerli müzisyenlerini bu kez şarkıları ile değil şiirleri ile sizleri buluşturuyor.
 “Akustik Şiirler’’ iki yıla yakın bir sürede hazırlandı. İki değerli müzik yazarı/eleştirmeni Naim Dilmener’in ve Deniz Durukan’ın da önsöz yazarak katkıda bulunduğu kitabın geliri Serhan Şeşen Müzik, Felsefe ve Yaşama Saygı Derneği’ne bağışlanacak.
 
Ece Dorsay

ecedorsay@yahoo.com

Diken ile Tel



DİKEN İLE TEL
 13 Ocak 2013 BirGün Pazar

Dikenli yollar, taşlı yollar… Dışarıdaki dikenler bir yana, kendi içimizdekiler yetiyor zaten kanatmaya bizleri… Burçlara inanmam ama burçsuz da kalmam. Oğlak burcunun nev-i şahsına münasır durumunu bilirim. Ben ve en sevdiğim bazı insanlar Oğlak burcu… Herkesten önce kendimize zarar veriyoruz ve içimize kapanıyoruz incitici bir darbede…
Çok darbe alıyoruz tuhaftır ki… O kadar anlayışlıyız ki, suratımıza çarpan kapılardan sonra bile beyaz bayrak ve çiçek elimizde geziyoruz. Nefret, kin gibi hislerden çok haberdar değiliz.
Sürekli bu kelimeleri kullanan insanlar da var elbet. Benim lügatımda bile varolmadı bu kelimeler. Bırakın, kalbimde varolmayı…

Hem duvar örüp hem mıknatıs yapıştıran insanlar olduk, hem tel hem dikeniz. Bir diken ile bir tel tanışınca ortaya çıkan şeyin güller içinde bir dikenli tel olması gibi. Cennet mi cehennem mi? İsa’nın çilesi mi yoksa? Filmi de var ya, Mel Gibson’un pek tutmayan fiyasko filmi…

Suede’den Barriers’i ardından Tanita Tikaram’dan My Love’u dinliyorum. Müthiş şarkılar. Şarkı değil şaheser desem daha uygun olur. Tuhaf rüyalar görüyorum, hani acaba malum mu oldu bana cinsinden. İsmi bana kalsın ama Türkiye’nin en mühim kadın ozanıyla bayağı sohbet ediyorduk, pijama terlik telefon modunda… Şarkı sözlerin Timur Selçuk gibi diyordu, daha hafif sözler yaz diyordu. Aklıma “ Nereye Payidar Nereye” ile “Bu Yollar Nereye Gider” geliyordu. Bağlantısı yok ama çok felsefik yazıyorum anlaşılan diye düşündürdü. Biri gelip bana rüyamda bu ayın 11’i diye fısıldadı. Peki dedim. Çok tuhaftı. Günlerden BirGün. Yazı yazdığım gün yani 11’i. 11.1.2011’de Twitter ile evliyiz yazmıştım birine. Şakaydı ama hazin bir gerçeğe dönüştü galiba…

Angelina… Paris’te, eski çağlarda, bir balo salonunun merdivenlerinden çıkan adam, gizlice bu güzel ve zarif kadına bakıyor. Kadın farkında değil… Angelina ismi… İyilik yayan kadın…

9 Ocak’ta Mask Live adlı mekanda çaldım. Ardımdan Koray Candemir çaldı. En buzlu geceydi. Yine de fena geçmedi. Ses sistemi zaten müthiş. Elektronik Türkçe Pop projemi ilk kez orada denedim, heyecan verici oluyor. Bizzat, elektronik sound’lar ve groove’lar ile aranje ettiğim Türkçe Pop şarkılarını, benden dinlemelisiniz. (bir gülücük) J Çok eğlenceli oluyor, kimi de tek gitarla hüzünlü…

Her Cuma ve Cumartesi, akustik gitar modunda, Teras 6’dayım, tam Odakule yanı, 5. kat. Beklerim. Dikenlere karşı daha fazla nasır tutmuş olarak yola devam…
Süreçten keyif almak adına, yola devam… Kırgınlıkların, her şeyi daha güçlendireceğine inanarak yola devam… Kar sessizliğinin müthiş olduğunu bilerek yola devam…
Dostlar biriktirerek yola devam… Yola inanarak, olmayanı, görmeyeni, gaddarı mazur görerek yola devam… Kendine katarak, anlayışlı olarak yola devam…
Bir yere akıttığımız iyiliğin ve enerjinin, başka yerden de olsa geri döneceğine inanarak yola devam… Uzatılan çiçeğe sırtını dönenlerin, korkusundan gizlice takip ettiğini ve emekleyerek selam verdiğini gayet iyi bilerek yola devam…

Ece Dorsay
ecedorsay@yahoo.com







3 Ocak 2013



3 OCAK 2013
 6 Ocak 2013 BirGün Pazar Eki

Bu yazıyı 4 Ocak sabahı yani abimin doğumgününde yazıyorum. Dün, yani 3 Ocak benim doğumgünümdü. Ne zaman ve nasıl 34 yaşıma bastım gerçekten bilmiyorum ama hayatımın en tatlı doğumgünlerinden biriydi. Senelerdir facebook’tan yüzlerce kutlama mesajı almaya alışmıştım ama daha da fazlası oldu bu sene. Twitter’dan da alıyordum hep ama o kadar değerli cümleler ve kıymetli insanlardan mesajlar, sms’ler geldi ki…. Hiç üşenmedim, keyifle herkesi tek tek cevapladım. Bu gece de dostlarla toplanıyoruz pasta kesiyoruz. En kıymet verdikleriniz kırabilir ya bazen, bu sene yine kutlamaya dahi çekinen o tek kişiye bile kırılmadım. Biliyorum ki kiminin sevgisi, buz dağının ardında saklı ve çekimser…

Kutlamayan kalmadı zaten. Tanıdığım herkes kutladı. Sorgulama bitmiyor ki… Acıyla tatlı bir arada… Nişantaşı sokaklarını ilk kez bu kadar ışıklı gördüm.Yılın son haftası gittim birkaç kere. Müthişti her şey… Tanımadığım kişilerle ahbap oldum, Oturduğum masadakiler İzmir’li çıktı, bana çay ikram ettiler, müzikle coşarken sohbet ettik, güldük. Bir daha göremeyecek olmak fenaydı, keşke Twitter filan deseydim. Taksiyle giderken, sürpriz şekilde, çok sevdiğim birini pencereden gördüm , aramızda santimetreler vardı sadece, beni görsün istemedim nedense, hüzünlü bitti sanki gün…

Sayılarla ilgilenmem pek ama gerçekten tuhaf bir his, 30’ların ortalarına gelmek, hem güzel hem sogulamaların arttığı bir dönem…. Güzel dostlar biriktirmeyi başarmışım son birkaç senede… Geçen sene kırıldığım şeylere daha fazla göz yaşı dökerdim, bu sene ise daha ferah göz yaşları döktüm : arınmak için, sevinçlerimi de katarak…

Üçüncü albüm hayallerim, kitap hayallerim ve daha bir dolu hayal… Hepsinin bu sene gerçek olması umuduyla. En azından büyük adımların atılması umuduyla. Radyoculuk da tutkum oldu, er ya da geç devam etmek istiyorum. Türkiye’deki alternatif sahne beni global sahneden daha fazla heyecanlandırıyor son birkaç senedir. Radyoda, onlarca albüm geldiğinde bunu anladım. Konuk bulamam sanarken, konuk seçmekte zorlandım. 2012 senesi Açık Radyo’ya konuklar alma keyfini yaşattı bana. En değerli kısımlarından biri bu idi gerçekten. Böyle cesur bir adım attığım için kendimle gurur duydum. Çok da ivme kazandı Dağınık Oda. Devamı mutlak surette gelecek.

3 seneyi geçti BirGün gazetesi maceram. Eylül 2009’da başlamıştım sanıyorum ki. Her Pazar, keyifle yazdım ve aynı keyifle devame diyorum. Bazen deneme türünde, bazen güncel müzik, bazen konserler, bazen günlük tadında, sizlerle düşüncelerimi ve bilgilerimi keyifle paylaştım. Dilerim bu sene her şey daha adil olur.

Sene sonunda, bir şey daha öğrendim : Pop şarkıcılarını bırakın, alternatif isimlerden bazıları dahi Twitter’dan takipçi satın alıyorlar. Bir ahbabım gösterdi ve şok oldum : sıfır tweet’li, sıfır takipçili, yabancı isimli ve aynı 5-6 kişiyi takip eden binlerce profil. Tamamen şaka gibi… Pop isimleri de bunu yapıyormuş ama alternatif isimlerin yapması çok komik. Trajikomik hem de. İsim vermek bana düşmez, Allahtan hepsi yapmıyor bunu ama yapanlar, dönüp aynaya baksınlar bence. Hiç mi korkmuyorlar rezil olmaktan?

Duyurularımı yapayım : Her Cuma / cumartesi Odakule’de Teras 6’da çalıyorum, saat 20:00’da. 9 Ocak Çarşamba 22:00’da Mask Live’dayım. Ardımdan, Kargo’dan ve solo albümünden iyi tanıdığımız Koray Candemir var. Müzik ve aşk dolu bir sene olsun.

Ece Dorsay

ecedorsay@yahoo.com






2012 En İyi Yerli Alternatif Listem





2012 En İyi Yerli Alternatif Listem
30 Aralık 2012 Birgün Pazar Eki 

2012’nin son günlerinde, en iyiler listeleri yapılıyor. Dipnot.tv bana bu soruyu sorunca, niye tüm sene boyunca Açık Radyo’da konuk aldığım gruplardan en beğendiklerimi ve bunun dışında en çok dinlediklerimi yazmıyorum dedim. Bu yazımda özet geçmek istiyorum :

1-      KafaBinDünya – Obi

Enstrümantal bu albümü çok sevdim. Sigur Ros’daki kuzey havası yoğun şekilde hissediliyor.
Benzerlik olarak değil atmosfer olarak. Daha öfkeli gitarlar var bu albümde. Karanlık bir ormanda sakin başlayan ve sonra fırtınalara şahit olan bir yürüyüş gibi adeta.  Biraz bilgi verelim : “Kafabindünya, müzikte deneyler yapmayı seven, post-rock ve noise estetiğinden sinyaller taşıyan kompozisyonlar üreten İstanbullu bir topluluktur. Hipnotik olarak nitelenebilecek sahne performansları ve şaşırtıcı yüksek volümüyle tanınır. kafabindünya’ya göre sıradan sözlü şarkılarla dinleyici, müziği dinlerken kafasında yarattığı hikâyeyi şarkının sözleriyle sınırlamak zorunda kalacaktır. Enstrümantal müzikte ise dinleyicinin kafasında oluşturacağı kurgu sadece şarkının adıyla sınırlanabilir. kafabindünya’nın enstrümantal müzik yapmaktaki amacı da dinleyiciyi bu denli özgür bırakmaktır. Örneğin, grubun ‘Platonik Aşk’ isimli şarkısını dinleyenler, tamamen kendi kişiliğine ve ruh haline bağlı olarak bu platonik aşk durumunu acı verici bir durum veya hoş bir hissiyat gibi iki ayrı uçta algılayabilirler. Bu da dinleyicinin hayal gücünün sadece platonik aşk ismiyle sınırlanmasındandır.”

2-      Replikas – Biz Burada Yok iken

1993 yılında Gökçe Akçelik, Barkın Engin ve Orçun Baştürk tarafından kurulan Replikas, Mayıs 1998'de Selçuk Artut ve Ocak 2000'de Erden Özer Yalçınkaya'nın da katılımıyla genişledi ve 2005'te, Yalçınkaya'nın, yerini Burak Tamer'e bırakmasıyla bugünkü halini aldı.
Biz Burada Yok İken, Replikas grubunun 2012 yılında piyasaya sürülen altıncı albümü. 1960 ve 1970'lerde yayınlanan Anadolu Pop parçalarının yorumlarından oluşmakta.
En çok dinlediğim şarkı ise, açılış parçası olan Aya Bak Yıldız Bak oldu.

3 – Biz – Müzik İstiyoruz

Temelini 2000’li yılların başında atan ve Mehmet Güren’in yaptığı besteler üzerinden hareketlenen Biz, 2008 yılında Mehmet Güren (gitar/vokal), Ahmet Acar(bas), Can Lüleci(klavye) Osman Konuray (davul) ’lık kadroyla kurulmuş bulundu. Bilumum eleman değişikliklerinden sonra grup, Mehmet Güren (gitar/vokal) Damla Pehlevan (klavye/geri vokaller) ve Osman Konuray (davul) dan oluşan son haline ulaşmayı başardı.
Pixies’den izin alarak yorumladıkları Aklım Nerede, başarılı ama Açık Radyo stüdyolarındaki
akustik ve naif hallerini daha çok sevdim. Akustik müziğe düşkünlüğüm de rol oynamıştır. Damla ve Mehmet’in akustik gitar ve minik bir klavye ile ufak odada çalmaları büyülüydü.

4 – Mira – Ayda Kahvaltı

Ülkemizdeki alternatif müziğin öncülerinden Mira, Tan Tunçağ ve Miray Kurtuluş'tan oluşuyor. Portecho ekibinden tanıdığımız Tunçağ ve Nada ekibinden tanıdığımız Kurtuluş'un yan projesi olan Mira bu kez "Ayda Kahvaltı" adlı albümüyle yeniden müzikseverlerle buluştu. Özgün işleriyle her zaman dikkatleri üzerine çekmeye başlamış olan Mira ikinci stüdyo albümü "Ayda Kahvaltı"yı Weplay etkiletiyle yayındı. Radyo programıma konuk olarak, stüdyoya pedallar ve epeyce cihazla hatta mikserle gelen grup, Tan’ın sound’daki titizliğiyle dikkatimi çekti. Özgün bir albüm ismi, özgün şarkılar,gerçekten alternatif ve mühim bir iş.

5 – Şirin Soysal – Bir Şeyler Var

En farklı albümlerden biriydi Şirin Soysal’ın ilk albümü. Deneysel ve pop sularında gezen bir caz müziği duydum. Şevket Akıncı gibi bir müzik adamının desteği de önemli. Albüme büyük zenginlik katmış. Dağınık Oda programımda, stüdyoda canlı da çaldılar. 2009 yılında şarkı yazmaya başlamış Şirin. 1980 yılında Viyana’da doğmuş. Anne ve babasının diplomat olması ve bu yüzden çok yer değiştirmesi de kendisine çok şey kazandırmış. Bu albüm de, diğerleri gibi arşivlik.

Ece Dorsay

ecedorsay@yahoo.com

BirGün Gazetesi Gecesi –Kıyamet Günü ve Sezen Aksu Türkiye Şarkıları



BirGün Gazetesi Gecesi –Kıyamet  Günü ve  Sezen Aksu Türkiye Şarkıları
23 Aralık 2012 Birgün Pazar 

19 Aralık Çarşamba akşamı 20:00’da İstanbul Live’da dostlarla toplandık. BirGun Gazetesi gecesi için hepimiz oradaydık. Naim Dilmener, marşlar ve muhalif şarkılarla DJ setinin başındaydı, ben, Murat Meriç, Cüneyt Asi Duru, İlkay Akkaya, Uğur Biryol, Ferit Dalbudak, Ceren Candemir, Emrah Erdem, Tunca Tutkun, Mehtap Meral, Züleyha Doğanay, Fırat Özmen şenlikli bir masa oluşturduk. Elbette, ağır hüzün ve melankoli de vardı, nasıl olmasın? Nerdeyse her tarihe denk gelen bir karanlık var geçmişimizde. Bandista’dan Cem Karaca’ya, Ortaçgil’den İlkay Akkaya’ya , herkesi çarpan bir playlist dinledik. Bir ara, İlkay Akkaya sahneye çıkıp hepimizi epeyce etkiledi sesiyle. Dostumuz Züleyha’da, bir şarkı söyledi.

İstanbul Live’dan çıkıp, buz gibi havada donarak, fırtınada uçarak bir kafeye gittik, Cüneyt Asi Duru ve Fırat Özmen ile müzik sektöründen konuştuk türk kahvelerimizi içerken.

Maya takvimine göre Kıyamet Gecesi ise ayrı bir olaydı. Bu sayede bolca geyiğe maruız kaldık Twitter’da. Şirince’ye saklananlar sayesinde de bolca eğlence malzemesi çıktı bizlere.
Hoş yanı ise, dünya yıkılacak olsa son gecemde ne dinlerim diye düşündürtmesi oldu bana. Yabancı müzik ağırlıklı dinleyen biri olduğum halde Sezen Aksu’nun Türkiye Şarkıları’nı dinleyesim geldi bu sözde kıyamet gecesinde. Gerçekten müthiş bir konser DVD’si. Çift DVD’den oluşuyor 48’e yakın şarkı var ve farklı dillerde şarkılar var içinde… Bulunduğumuz coğrafyanın mozaiğini ve zenginliğini, kardeşçe, barışçıl bir tavırla anlatmak bu kadar güzel sonuç verebilir. Tabii müthiş bir orkestra ve korolar da cabası… Başa sarıp sarıp izlediğim şarkılar oldu : Bir Çocuk Sevdim, 1945, Geri Dön…

2002 yılında Sezen Aksu tarafından Türkiye’de konuşulan farklı dillerdeki şarkıların söylendiği dostluk ve barış konserleri dizisi “Türkiye Şarkıları” DVD olarak yayınlandı. 

İstanbul, Antalya, İzmir ve Brüksel’de gerçekleştirilen konserlerden seçme şarkılar, duygusal anlar ve Sezen Aksu konserlerinin olmazsa olmazı eğlenceli dakikalardan derlenen DVD’nin yapımcılığı İMAJ Prodüksiyon tarafından gerçekleştirildi.  

 Sezen Aksu’nun 2002 yılında İzmir Efes Antik Tiyatro, Antalya Aspendos Açık Hava Tiyatrosu, İstanbul Harbiye Cemil Topuzlu Açık Hava Tiyatrosu ve Belçika’nın Brüksel kentindeki Güzel Sanatlar Sarayı’nda “Avrupa Hareketi” kapsamında düzenlediği “Türkiye Şarkıları” konserdizisi DVD olarak yayınlandı. 

Gerçekleştirildiği dönemde Sponsor desteği olmadan sahne üstünde ve arkasında dev bir kadroyu bir araya getiren bu barış ve dostluk konserlerinde Sezen Aksu, 174 kişilik bir koro ile Türkçe, Ermenice, Rumca, İbranice, Arapça ve Kürtçe dillerinde şarkılar söylemişti. Sezen Aksu’ya konserlerde İzmir Devlet Opera ve Balesi Orkestrası, Oniro Rum Müziği Grubu, Los Paşaros Sefaradis Musevi Müziği Grubu, Enderun Klasik Türk Müziği Grubu, Feriköy VartanantsErmeni Korosu ve Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Çocuk Korosu eşlik etmişti.  

Yapımcılığı İmaj Prodüksiyon tarafından yapılan ve 2 bölüm olarak hazırlanan Türkiye Şarkıları DVD’sinde bu unutulmaz konserlerden şarkılara, konserlerde yaşanmış duygu yüklü anlara ve Sezen Aksu konserlerinin vazgeçilmezi olan eğlenceli dakikalar yer verildi. 

Türkiye topraklarının ortak kültürünü sunmayı hedefleyen konserler için Sezen Aksu duygularını şu sözlerle dile getirdi: “Asırlardır birlikte yaşıyoruz. Bu olağanüstü topraklardan yükselen bütün sesler bir arada olsun, birlikte şarkı söyleyelim istedik. Çünkü bizim gerçeğimiz bu. Çünkü herkes var olmalı… Bunca insan tek bir ağızdan şarkı söylerken ortak duyguda ve kültürde kendiliğinden buluşuyor. Bu zorla ya da planlanarak doğacak bir uyum değil. Bu kadar insanı çok kısa sürede sorunsuz bir şekilde bir araya getirmek mucize gibi bir işti. Bir kez daha anladım ki evrenin kusursuz bir planlaması var ve buna müdahale etmek mümkün değil. Yani olması gereken, neolursa olsun oluyor…”

Duyurularımı yapayım : 9 Ocak Çarşamba 22:00’da Mask Live sahnesindeyim.
Türkçe  Elektronik Solo projemle. http://masklive.net/iletisim

Her Cuma ve Cumartesi 20:00’da ise Teras 6’da akustik projemle sahnedeyim ardımdan Yavuz Hakan Tok ve Elhan Tok, Cd’den Türkçe şarkılar çalacaklar.
Detaylar için :  http://www.teras6.com/
/
Ece Dorsay

ecedorsay@yahoo.com

THE CURE yani ŞİFA


THE CURE yani ŞİFA
16 Aralık 2012 BirGün Gazetesi Pazar Eki

Kendine özgü Gothic grup The Cure’dan bahsetmek istiyorum. Rashit’in lansman konserinden önce Murat Beşer, The Cure çalınca, Açık Radyo’da yaptığım The Cure özel programım aklıma geldi. Bu yazıda The Cure’un, genel olarak ruhunu sevdiğim olan 70’li yıllarda neler yaptığından kısacası temellerini nasıl attığından bahsedelim, değinelim :

The Cure 1970'lerin sonunda doğup, dünya çapında asıl ününü 80'lerin başında kazanan, müzik literatürüne ismini altın harflerle yazdırmış bir İngiliz alternatif rock grubudur. Grubun müzik tarzı efsanevi solisti Robert Smith'in ikonlaşmış dağınık saçı, kırmızı ruju, siyah göz makyajı, kasvetli ve melankolik şarkı sözlerinden dolayı gotik rock olarak da anılır.
The Cure'un efsanevi solisti Robert Smith yazdığı sofistike şarkı sözleri,deneysel müzik anlayışı ve kendine özgü vokal tekniğiyle diğer gruplardan ayrılarak kendisinden sonra gelen birçok alternatif müzik grubunu etkilemiştir.müzikal dehasının yanı sıra tiyatral görünümüyle de birçok gotik temalı çizgiroman ve filme de ilham kaynağı olmuştur.

1970'ler 

ilk grup 1972'de Crawley, Sussex (ingiltere)'de okul arkadaşları Robert Smith (piyano), Michael Dempsey (gitar), Laurence "Lol" Tolhurst (perküsyon), Marc Ceccagno (vokal) ve Alan Hill (bas gitar) arasında kuruldu.smith ayrıca The group adında başka bir okul grubu ve daha sonra abisi Richard Smith'in The Crawley Goat Band adlı grubunda çaldı.1976'da Marc Ceccagno yanına Robert Smith'i,Michael Dempsey ve o sıralar okumaya devam ettikleri tutucu St. Wilfrid's katolik okulundan iki arkadaşlarıyla birlikte Malice adlı bir grup kurdular.fakat yakın bir zamanda grubun kurucusu ceccagno gruptan ayrıldı.Böylece grubun geri kalan üyeleri Porl Thompson'ıda aralarına alarak o sıralar yükselişte olan punk rock akımının etkisinde easy cure adlı grubu kurdular,ancak grubun asıl başarısı birkaç başarısız vokal denemesinden sonra Robert Smith'in vokal'e geçmesiyle başladı.
Aynı yıl Easy Cure Hansa Records'la anlaşıp,müzik enstrümanları için harcıyacakları 1000 sterlin kadar bir para aldılar.Fakat 1978 yılının mart ayında grupla Hansa records arasında çıkan anlaşmazlıktan dolayı kontrakt iptal edildi.Nisanın sonlarına doğru ise Porl thompson gruptan atıldı ve geri kalan üçlü (Smith/Tolhurst/Dempsey) The Cure adıyla ilk konserlerini 18 mayıs 1978'de verdiler.Dokuz gün sonra The Cure olarak ilk stüdyo albümleri (27 mayıs) Sussex'teki Chestnut stüdyolarında kaydedildi ve demo kasetleri en ünlü müzik şirketlerine gönderildi.The Chestnut Recording grubun debut albumunu 2004'te Deluxe Edition olarak tekrar piyasaya sürdü.22 aralık 1978'de debut single'ları Killing an Arab piyasaya sürüldü,fakat hemen ertesinde,bu isim ırkçılığı destekliyor gerekçesiyle piyasadan toplatıldı.Halbuki parça Nobel ödüllü varoluşçu fransız yazar Albert Camus'un Yabancı(L'etranger) kitabından esinlenerek yazılmıştı.1979'da grup ırkçılığı reddeden bir sticker yapıştırılarak single'ı tekrar piyasaya sürdü.1986'da o güne kadarki single'larını topladıkları Standing on a Beach albümlerindede bu sticker'ı kullandılar.Ancak 2004'te basılan Three Imaginary Boys Deluxe Edition'da hassas gündemden dolayı bu şarkı albüme alınmadı.

Rock and Coke festivali’nde performanslarını kaçırdım, sanırım sahnede 3 saate yakın kalıp muazzam bir enerjiye hala sahip olduklarını ispatlamışlar. Kimiyse artık yaşlandıklarını söyledi ama Robert Smith bu, asla yaşlanmaz, en azından ruhu… Siyah lastik dev spor ayakkabılarını ve bol t-shirt’ü ile dar kotunu, kırmızı rujunu, kuş yuvası saçlarını, Friday I am in Love’daki parti hallerini unutmak ne mümkün ! Üstelik en klişe şarkı Cuma marşımız oldu ki ne sarsıcı bir imadır bu şarkıyı “it’s Friday, we’re all in love” diye yazanınki, güzel bir gece ertesi…

Ece Dorsay