Gökkuşağının altından geçerken...

Gökkuşağının altından geçerken...

1 Eylül 2013 Pazar

Emek Sineması : Çocukluğumun Mabedi



Emek Sineması : Çocukluğumun Mabedi

14 Nisan 2013 BirGün Pazar Eki

BirGün Gazetesi’nin 18 Aralık 2011 tarihli Pazar ekine Emek Sineması ile ilgili bir yazı yazmıştım. Başlığı ; Emek Sineması : Çocukluğumun Mabedi idi.
Son haftalarda olan olayların hangisinden daha çok yara aldığımı hesap edemiyorum bile. İstanbul film festivali sırasında, Emek Sineması’nın inşaatına bakmaya giden babamın, inşaatta çalışan biri tarafından tartaklanmasından mı, son anda müdahale edilmese kimbilir neler olacağından mı, tüm itirazlara ve çığlıklara rağmen sinema salonunun ve bulunduğu kıymetli binanın buldozerler ile yıkımına başlanmasından mı yoksa sinemacı ve sanatçı aydınların protesto yürüyüşünde biber gazı yemelerinden mi. Converse mağazasına saklanan annem ve babamın mağdur hallerinden mi…
Babamın ısrarla, 15 yıldır yazdığı ve çok okunan bir gazete olan Sabah’ı bırakmasından mı…. Galiba beni en hüzünlendiren, kalemini konuşturabildiği ve geniş kitlelere ulaştığı gazeteyi bırakması oldu…. Bu direnişinden dolayı büyük hayranlık duydum babama ama onu kollayan kızı olarak, kitaplar yazmak dışında bir basın organında da çalışmasını isteyen biriyim…

Durumun anlamlı ve güzel kısmıysa, Can Dündar’dan Yılmaz Özdil’e, Ayşe Arman’dan Yekta Kopan’a, Ahmet Hakan’a ve müzik camiasına, birçok kişiden büyük destek görmesi oldu. Çok güzel insanlar beni ve babamı telefonla bizzat aradılar.


Babamın en can yakan cümleleriyse : “Benim için artık ne sözün, ne de yazının önemi kaldı. Bu belki, artık sessiz kalmanın çığlık atmaktan daha önem kazandığı bir durumdu. Ve bırakmak kaçınılmaz oldu.” 


İşte bu hafta, Emek için yazdığım 2011 tarihli yazımı sizlerle paylaşma gereği duyuyorum ; gözden kaçıranlara ve tabii ki asla eskimeyecek tarihi bir sembol adına :



Emek Sineması : Çocukluğumun Mabedi 

BirGun Pazar Eki 18 Aralık Pazar 2011

“Her yerde yazılıp çiziliyor. Bütün sağduyulu yazarlar ve sinemaya emek vermiş, gerçekten sinema sevgisi olan hatta birazcık şehir kültürü olan insanlar Emek sinemasının yıkım kararını sonuna kadar protesto ediyor. Gene de yetmiyor ve yetmez de. Keşke çok daha fazla insan bir tarihin yıkımına duyarlı olsa… Twitter’da TT olan (yani en popüler olan konular) İnci Sözlük kapatılmasın gibi veya magazinsel konular. Emek Sineması sağ köşedeki listede kendine yer bulamıyor. Sanal ortamlardaki bu duyarsızlığa tanık oldukça, kimi yaşıtlarımın benim kadar şanslı olmadığını görüyorum. Ben, bu nefis yapının içinde nefis filmler gördüm. En tepedeki müthiş E harfi amblemini çocukken kendi ismimin baş harfi farzederek, orayı sarayım ilan ettim. Siyah beyaz filmlerden fırlamış gibi duran tonton müdür Hikmet bey’in biz dahil oraya gelen herkesi sıcacık karşıladığı günler, festival koşturmacaları, dünya çapında yönetmenlerin ve oyuncuların ziyaretleri, babamın büyük bir heyecan ve keyifle sohbete ve röportajlara koşması, günde 4 film görüp rekor kıran annemle babamın zombi olduklarından şüphe ederken, benim de bizzat günde 3 film görerek kendi rekorunu kırmam…



Emek sinemasında, Siyad’ın ilk ödül gecelerini düzenleme kahramanlığını gösteren babama orada yardımcı olduğumuz günler dün gibi aklımda. Ödülleri tören boyunca tutmak, ödül vereceklere dağıtmak, babamın ödül zarflarını tek tek kapatması, içlerine ödül alacakların isimlerini özenle yazması; ne büyük EMEK’ler var bugünlere getirilmiş başarıların ardında…

Siyad (Sinema Yazarları Derneği)’nin açıklaması şöyle : “Emek, tüm sinemaseverler için Türkiye’nin “Cennet Sineması”dır, “Splendor”udur. Onlarca yıldır binlerce filmde “Sinema Bir Şenliktir” dediğimiz salondur... Ahmet Uluçay’ın sinema sevdasının ve “Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak”ının somut halidir… Emek, Lütfi Akad’dır, Ken Russell’dır… Emek, bizimdir. Emek, biziz. “Beyoğlu Sinema Mezarlığı”nın Emek’i de yutmasına izin vermeyecek, Emek’i yıktırmayacağız! “

SİYAD’ın Onursal Başkanı Atilla Dorsay dün Sabah gazetesinin Cumartesi ekinde yayımlanan yazısında Emek Sineması’na kazma vurulduğu gün gazeteciliği bırakacağını açıkladı. İlk kez bir yazımda babamın ismini anıyorum. Gerçekten bu olay beni etkiledi.

Babamın samimiyetinden en ufak bir şüphesi olana, akan gözyaşlarına bizzat tanıklık etmiş kızı olarak, derinden yara aldığını rahatlıkla söyleyebilirim.
Emek sinemasının fuayesinde mükemmel insanlar tanıdım ve sohbet imkanı buldum. Sinema aşkıyla dolup taşan büyüklerim ve hocalarım da sık sık oradaydılar. Sevin Okyay’dan, Mithat Alam’a; Prof. Oya Başak’tan Vecdi Sayar’a… saymakla bitmez.

Her yere AVM, gökdelen yapılarak ruhsuzlaştırılıp, kimliksizleştirilmesine şu anda karşı çıkmazsak, yaşanmışlığı ve hatıraları olan, bize tüm güzellikleri hatırlatan hiçbir binamız, mekanımız kalmayacak. Rant sahipleri, kısa vadeli hesaplarla koskoca tarihi şehri yerle bir etmeye devam edecekler. Acilen ses çıkarmamız lazım. Avrupa ülkelerinde tarihi binalar hep bozulmadan korunarak yalnızca restore edilir. Bizde ise modernizasyon adı altında, şehrin dokusuna tecavüz var. Bu da maalesef, şehir kültürü, bilinci ve planlaması olmayan kısa vadeli rantçı zihinler tarafından yapılıyor.


24 Aralık Cumartesi günü saat 16:00’da Taksim meydanında toplanılıp Emek sinemasına yürünecek ve basın açıklaması okunacak. Şehrinin ve tarihinin elden gitmesini istemeyen tüm duyarlı insanları bekleriz : "Çadırınızı, uyku tulumunuzu, battaniyenizi, çayınızı, kahvenizi ve isyanınızı alın, gelin" ! Kapitalizmin tek tipleştirmeye yönelik, şehir ve onun tarihinin tecavüzüne boyun eğmeyelim. “


Bu sene İstanbul Film Festivali’nde müthiş filmler gördüm, en başta biraz geri dururum sanıyordum, bu sene pek film görmem zannediyordum ama dayanamadım ve 5 güne 9 film sığdırdım. Ne de olsa kanımda var sinema. Tim Buckley’i kaçırdım ki, o filmi de bulmam gerekli. Emek sinemasının yıkımı sırasında gerçekleştiği için hüzünlü bir festival oluyor.


Ece Dorsay

ecedorsay@yahoo.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder