Gökkuşağının altından geçerken...

Gökkuşağının altından geçerken...

11 Temmuz 2011 Pazartesi

Rasyonel Ruh Polisleri

Rasyonel Ruh Polisleri
10 Temmuz 2011 BirGün Pazar Eki

Bazen tıkanır kalırsınız, deniz suyu bile yetmez özgür hissetmenize. Bugün Bodrum’da dalgalı deniz sularında yüzerken, hayatımda belki de ilk defa denizin ortasında gözyaşlarına boğuldum. Ufuk çizgisine ve ada’lara baktım. Derinlerde yüzerken, bir başladım ağlamaya ki epey ferahlatıcı da oldu aslında. Yine de çok sıra dışı bir gözyaşı ziyareti oldu bir anda. Demek ki çözümsüz veya çözümü zor bir girdap, hayatımda her daim var. Sadece başroldekiler değişiyor ama konu benziyor. Hatta konu bile tam benzemiyor ama acısı ve özlemi birebir aynı. Hep bir yerde düğüm oluyor ipler. Her hikayede, farklı bir yerde oluyor o düğüm. Düğümü çözmek mi? Gel de çık işin içinden derler insana.

İlhan İrem dinlerken bu gece, aynı şarkıyı tekrar tekrar ruhuma işliyorum : Gemiler Döner Geriye… Yarım ay var denize değmek üzere olan…Rengi de turuncu…Hem de alev gibi bir turuncu... Bazı soruların cevapları hiç mi bulunamaz? Zaman her şeyin ilacı derler, buna inancım azalmakta…Bir gönül derdi biterken diğeri başlıyorsa, aslında zaman sadece bir aldatmacadır bana göre…İnsan ruhundaki derin kesikler, sürekli olarak kendilerini tekrar etmekte ve aşkın dalgaları vurmaktadır acı tuzuyla yaraların kıyısına.

Kendini dinledikçe insan batıyor bazen. İçerdeki sesler, pek de yoğun dinlenilesi şeyler değiller galiba. Bunu yeni yeni öğreniyorum. Kendinden kaçamıyor insan ve kaçmak da çözüm değil zaten ama nereye kadar ruhunu kazıyarak, çöpleri ve pırlantaları arar ki insan? Tükenir o zaman. En güzeli gizemi olduğu yerde bırakıp, kalbinde taşıyarak müziğime ve kelimelerime yönelmek. Biliyorum ve inanıyorum aslında, eskiden olmadığı kadar yürekten inanıyorum, güzel şeylerin daimi olduğuna…Belki bu sefer elektrikler kesilir gibi kesilmeyecek. İnancım güçlü. İçimdeki çok şiddetli ses, böylesine güzel bir hikayenin, henüz kıyı şeridinden esivermiş bir rüzgarın, neşeli ıslıklar çalacağını söylüyor. Bu kıvılcımın çok değerli olduğunu biliyorum ve yürekten hissediyorum.

Kimi zaman, içsel bir ruh kabadayısı gelip “kes artık umut etmeyi, kes artık inanmayı, kes artık dayanmayı, uyan da gerçeklere bak” diyor. Bu kabadayı aslında statükonun taptığı değerlerin, şizofrence yaşayan toplumun düzeninin sığ bekçisi. Ruhumu biçmek istiyor naralarıyla. Onu kovmak gerekiyor çünkü en derindeki gerçeği, gizemi, çözümü, ferahlığı sadece kalp biliyor. Astığı astık, kestiği kestik rasyonel ruh polisleri aşkı çözümleyemiyor. Aşktaki anarşizmi ve bir anarşistin masal kitabını okuyacak derinlik sadece aşıkta ve anti-konformist ruhta var. Biliyorum ki şaşı gören gözler aslında kendini rasyonel sayanlar. Gönül gözü denilen göz, ebedi olarak klişe ama “gerçek” olmayı sürdürecek.

Düğümü gerçekten çözmenin yegane yolunun, vicdan ve sabır olduğunu, bazen olan bitene güvenmek olduğunu anlıyorum. Bir tür teslimiyet belki de. Sevmediğim bir kelimedir aslında bu. İtici gelir kulağıma. Burada bahsettiğim teslimiyet, aslında mucizelere inanmak ve sezgilerinle hareket etmek, hayatın getireceklerine güvenmek anlamında… Bazen zor olabiliyor farkındayım, şiddetli isyanlar ve sıkıntılar dikenli tel örüyor ruhun etrafında, nefes aldırmıyor ama sancı anlarını atlatınca, kendi güneşini doğuruyor ruhun en zengin kısmı…

Şarkılar ve şiirler ile geçiştirmek/atlatmak değil aslında yaptığımız. Mana katmak ve derinleştirmek. Şarkılar olmasa da derin, hissedilenler ama tüm dinlediklerimiz, yüceltiyor ve ferahlatıyor duyguları. Bir eseri yaratanın da bizi anladığını bilmek, şarkıların her şeye şahit olduğunu deneyimlemek öyle güzel ki…Coşku, melankoli ile birlikte geliyor. Asla tek başına değil. Bu inanılmaz ikili, Yıldız Tilbe’nin şarkılarından İlhan İrem’inkilere ani bir geçiş kadar görkemli ve sarsıcı…

Ece Dorsay
ecedorsay@yahoo.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder