İzmir’de Evliya müzisyen Erkan Oğur ile Karşılaşma
İzmir’de ilk konserimi, Bios barda vermiştim. 2011 ‘in Nisan ayıydı, beklediğimden çok daha iyi geçmişti herşey. Güzel bir kitle vardı. Kendi bestelerim dışında, cover’lar da çalmıştım. Patricia Kaas ve Jeff Buckley gibi isimlerden Madonna’ya eklektik bir listem vardı. Groovebox’um ve pedallarımla, gitarımla başbaşa, Don Kişot misali, her zamanki halimle sahne almıştım. Seyirci bana çoğu şarkıda eşlik etmişti, evimde gibiydim adeta, kendimi yabancı bir şehirde hissetmedim. Alsancak sokaklarında afişlerim vardı, konser öncesi heyecanım ve mutluluğum çoktu. Konser sonrasıysa değerli dinleyicilerimle sohbet paha biçilmezdi.
Erkan Oğur, 1995'te basçı İlkin Deniz ve davulcu Turgut Alp Bekoğlu'yla bir araya gelip yeni, saf müziğin peşine düşmüştü. Aylarca çalıştılar, tartıştılar. Basçı Deniz'in ABD'ye yerleşmesine karşın arayış sürdü. 10 yıl boyunca müzikleri sadece küçük caz kulüplerinde, Northsea gibi yurtdışındaki önemli caz festivallerinde duyuldu. Telvin kıvama ulaşınca, 2004 sonunda kayda girdiler. Bir yıl sürdü. Albüm 2006'nın ilk ayında yayımlandı. İlkin Deniz'in Türkiye'ye gelmesini fırsat bilen üçlü 2005'in son günlerinde ilk kez Telvin repertuvarını İstanbullu konser dinleyicilerine sundu. Erkan Oğur "Telvin tecrübesi üçümüzün de enstrümanımıza, müziğe bakışımızı değiştirdi" diyor. “Üçlü, bir müzikal fikrin paylaşıma açık, özgür ve etkili işlenebileceği en küçük nüve. Geometrideki üçgen fiziksel yeterliliği işaret eder, çatı çağrışımı yapar. Müzikteki üçlü ise ev ortamının sıcaklığına sahiptir. İlkin ve Turgut uzun yıllardır tanıdığım, enstrümanlarındaki yetkinliklerine inandığım, müzikte benzer beğenileri paylaştığım, birlikte uzun bir yolculuğa çıkacak kadar güvendiğim arkadaşlarım.” diye de ekliyor. “Telvin renkler anlamına geliyor. Tasavvuf erbabı, halden hale geçmeye, karar haline doğru yürüyüşe telvin diyor. Yunus Emre'nin telvini anlattığı şiirinden etkilenip müziğimize bu ismi seçtim. Klişelerden, kirlerden arınıp, çocuksu saflığa ulaşma yolunda henüz emekleme aşamasındayız. Tutku, korku, aşk, hırs, nefs gibi insani zaaflardan, egolardan arındığınız noktada hâlâ müzik varsa, bu saf müziktir. 1995'te stüdyoya girdiğimizde, önce seçtiğimiz besteleri yorumladık. Sonuçtan memnun olmayınca, sadece doğaçlama yapmaya karar verdik. Tam beş ay başkalarının etkilerini yansıtan doğaçlamalar yaptık. Sonunda, o an üretilen ve bir kereye mahsus olan müziği çalacak noktaya ulaştık. Anahtar diyebileceğimiz bir temayla doğaçlamanın kapısından girip, bu dünyada özgürce dolaşıp, farklı bir kapıdan çıkmayı denerken kaybolduğumuz da oldu.”
Erkan Oğur’un, Telvin projesi hakkında söyledikleri epey aydınlatıcı. Alp Ersönmez, bu projeye yeni katılmasına rağmen, işinin hakkını fazlasıyla veriyor. Sahnede, beş telli olan elektrik bas gitar ve de elektro-akustik bas gitarıyla adeta bütünleşti. Efekt pedallarından da epeyce faydalandı. Erkan Oğur, en bayıldığım ve marjinal bulduğum gitar efektörü e-bow’u çok dozunda, yerinde kullandı. Tellere yaklaştırınca, telleri titreştirerek, sesin sonsuza dek devam etmesini sağlayan bir ufak cihaz, e-bow.
Konsere ara verdiklerinde, Erkan Oğur’a, Suzanne Vega’yı da tarz olarak kendime yakın bulduğumu söyledim ve çok sevdiği bir isim olduğunu söyledi bana. Sahneye çıktıklarında, Sade’den Smooth Operator tema melodisini, emprovizasyonda kullanmaları beni çok etkiledi. En azından ben öyle duydum, hissettim.
Sonuç olarak, konser değil ayindi hatta ibadetti. Konser çıkışı, Erkan Oğur, sakince sahneden indi ve mekanı usulca terkederek, tek başına Alsancak sokaklarında gözden kayboldu. Arkadaşım ve ben, arkasından bakakaldık. İzmir gene beni bir şekilde büyüledi.
Ece Dorsay
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder