Gökkuşağının altından geçerken...

Gökkuşağının altından geçerken...

23 Temmuz 2012 Pazartesi

Morrissey’in sesi ile Bulunan Şifa


Morrissey’in sesi ile Bulunan Şifa
 22 Temmuz Pazar 2012 BirGun Pazar eki

Morrissey, kendine özgü hareketleri, ses tonu ve doğal tavırlarıyla yine büyüledi. Sadece beni değil, tüm seyirciyi büyülediği çok barizdi. 19 Temmuz 2012 Perşembe, Cemil Topuzlu Açık hava Tiyatrosu… Büyülü bir yaz yaşattırdı bu mekan bize. Sezen Aksu konserlerini kaçırdım ama 5 Eylül’e biletimi aldım. Antony Hegarty, Morrissey, Sezen Aksu, Açıkhava’yı aynı haftalar içinde aşka boğdular. Altıncı sırada olduğumu görünce mutluluktan havalara uçtum. Sahneye daha yakın olamazdık. En öndekiler, sahne yüksekliğinden dolayı sıkıntı çektiler. Benim yerim, olabilecek en makul yerdi. Moz, beyaz gömleği ve kotuyla gayet sade hatta sıradan giyinmişti ama bu sadeliği, kalpten gelen tavrıyla çok güzel taşıyor. Konser başlamadan önce, ön grup olarak çıkan Kristeen Young, tek başına, klavyesiyle, retro 80 sound’u ile ilginçti ama punk saçları ve çığlıkları, Tori Amos ve Bjork sularında gezmek isteyen halleri dahi, pek olmamış Serpil Çakmaklı saçlarını kurtaramadı.

There is a Light that never goes out’u çalmadı ama Meat is Murder’dan sonra aniden gelen Let me Kiss you ile sevindirdi. Meat is Murder’daki çarpıcı ve yürek yakan, işkence çektirilerek öldürülen hayvanların görüntüsüne dalmıştık ki , Let me Kiss you’ya birden geçiş yapmak zor geldi. Yüreğime en fazla çarptığı parça ise “I know it’s over” oldu. Bu şarkının performansı, cidden sarstı. İlk kez, Jeff Buckley’in konser DVD’sinde Hallelujah’ın nakarat arasında Jeff ‘in yorumuyla tanımıştım bu şarkıyı.

Mikrofonu seyircilere uzatan Morrissey, pek tatmin edici cümleler duyamadı bence. “Benimle evlen” veya “ seni seviyorum” tarzı klişe laflara Moz’un cevabı : “Çok duygulandım” diyerek parodi yapmak oldu. “Adamın dibisin” diye bağıran kişi belki biraz daha ilginçti. Güldürerek düşündüren cinsten, güzel bir yorumdu bence. Komik gelse de kulağa… Müthiş bir orkestrası olduğunu hep söyledim. Sıradan bir rock grubu gibi değiller. Acayip gitar sound’ları, sound-track gibi tınlıyor ve U2 gibi bizi efekte boğmadıkları halde. Gitaristi, kadın kılığında çıktı bu sefer sahneye. Kimisi, transeksüel zannetti kendisini. Cinsiyet klişeleriyle, şablonlarıyla, onları ters yüz ederek dalga geçmeleri hoştu.

Egoistokur.com sitesi için, Efkar Karması listeme seçtiğim “I know it’s over” ı söylemesi manidardı zaten. Göz yaşlarıma hakim ol(a)madım. Şifa gibiydi Moz’un sesi ve nefesi. “
“I am throwin my arms around Paris” i söylerken, kalbimde kelebekler uçuştu. I have Forgiven Jesus performansı beklerdik ama olmadı. Bu şarkının yokluğunu gerçekten hissettim. Irish Blood, English Heart da eksik kaldı. You Have Killed Me, çalmasını , söylemesini çok istediğim şarkısıydı ve söyledi. Peyote’de, Moz Tribute gecesinde bu şarkıyı yorumlamıştım.
First of the gang to die ve bigmouth strikes again de güzel olabilirdi ama çok da dert etmedim.
Hangi şarkıyı söylerse söylesin, Morrissey’in insan ruhuna şifa gibi gelen bir ses rengi, tavrı ve aura’sı var. Melankolinin dibine de vurdursa, bunu çok kontrollü yapıyor sanki. Umutsuz bir ağrıdan çok, hayatın sillesini kabullenmiş bir barışıklık hali geliyor üzerime.

Dünyaya ve düzene baki olan öfkesi dahi, insanı daha yaratıcı olmaya itiyor sanki.
Angaje edici bir duruşu var.  Üzerine atılan Anti-Royal kartını yüzüne yapıştırdı. Çok manidardı. Kraliyet ailesini, korkusuzca eleştiren bir sanatçıya yakıştı o kart. Türk basınına verdiği röportajda : “Sizler de beni kurtardınız” cümlesi kalbime kazındı. Müziğin kurtarıcı gücünü, bu konserde tekrar hissettim. 2006’da , üniversitede son finalime girdiğim günün akşamı Efes Pilsen One Love festivalinde Morrissey’i izlemiştim. Kafamda, kendisiyle ilgili sorular devam ederken, birdenbire “This is British Zeki Müren” demişti seyirciye. “Siz bir sanat eserisiniz”de demişti bizlere. Zarafet bu olsa gerekti. 2011’de Efes One Love’da Let me kiss you şarkısını yorumlamıştım sahnede, binlerce kişiye. Bu konsere gitmeden, şarkının en can alıcı cümlesi : “ Beğendiğin birini hayal et ve seni öpmeme izin ver” i yazdım twitter’a ve kaç kişi bunu diyebilir ki yazdım. Konserde, o cümleyi söylerken gömleğini çıkardı J Seyirciye fırlattı. Türk bayraklarına torpil geçmesi bana hiç yapmacık gelmedi, aksine seyircisine olan sevgi ve saygısını gösterdi. Kısacası, bu konseri izlemek için en konforlu yerdeydik ve gitmeye fazlasıyla değdiği şüphe götürmez. Bir efsaneyi ikinci kez izlemenin kıvancını yaşıyorum. 29 Ekim 2011’de, Açık Radyo’da ilk programımı da The Smiths’e ayırmıştım. Geçen hafta da sadece Moz çaldım radyoda. Peyote’de seneler evvel (sanırım 2008 filan) The Smiths gecesinde çalmak da muhteşemdi. Arka perdede the Smiths klipleri dönüyordu. Eveyday is Like Sunday, Let me Kiss you ve You Have Killed me yi çalmıştım ki konserde de hepsini çalması manidar oldu. Seni seviyorum Morrissey… Neden mi? Çünkü hayatın en hazin gerçeklerini, senin kadar huzurlu bir sesle söyleyen kimseyi tanımıyorum.

Kabaca, playlist’i buraya yaziyorum, eksik veya hata olabilir :
·                                  
             Intro
1.                              How Soon Is Now? 
(The Smiths song)
2.                              Everyday Is Like Sunday 
3.                              You're The One For Me, Fatty 
4.                              You Have Killed Me 
5.                              I Know It's Over 
(The Smiths song)
6.                              Alma Matters 
7.                              Black Cloud 
8.                              Ouija Board, Ouija Board 
9.                              Maladjusted 
10.                          I'm Throwing My Arms Around Paris 
11.                          To Give (The Reason I Live) 
(Frankie Valli cover)
12.                          When Last I Spoke To Carol 
13.                          People Are The Same Everywhere 
14.                          Still Ill 
(The Smiths song)
15.                          Last Night I Dreamt That Somebody Loved Me 
(The Smiths song)
16.                          Speedway 
17.                          Meat Is Murder 
(The Smiths song)
18.                          Let Me Kiss You 
19.                                          Encore:
19.                          I Will See You In Far-Off Places 

Ece Dorsay
ecedorsay@yahoo.com

16 Temmuz 2012 Pazartesi

Antony Hegarty, İstanbul Filarmoni Orkestrası ile Büyüledi


Antony Hegarty, İstanbul Filarmoni Orkestrası ile Büyüledi
15 Temmuz 2012 Birgun Pazar Eki


9 Temmuz 2012 Pazartesi. Bu tarih, altın harflerle yazıldı, konser ve müzik tarihime. Kendi kariyerimde değil, zaten kariyersel olarak bakmıyorum yolculuğuma, daha ziyade ruhani müzik yolculuğumda Antony Hegarty’i dünya gözüyle görmek ve ibadet gibi söylediği şarkılarını dinlemek büyüleyiciydi. Sahne gerçekten görkemliydi, sadelik içinde bir görkem.
Antony’nin ruhani kişiliği, kırılganlığı ama gururlu duruşu, naif dansları gerçekten samimiydi.
Konsere hayranı olduğu Selda Bağcan  dizeleriyle başladı : “'Vurulduk Ey Halkım”
“Cripple And The Starfish” de beklediğim ve beni her daim çarpan şarkılardandı.
Erkek egemen bir dünyada yaşadığımızı vurguladı ama ilerde feminen bir dünyada varolacağımıza olan inancını belirtti. Seyirciye, ülkemizde kadınların durumuyla ilgili sorular sordu. Kadınların histerik olarak görüldüğünden ve her kadına tek boyutlu bir gözle bakıldığından bahsetti.

Arkalardan maço bir tip (konserde ne işi vardı bilmiyorum.) “Sus da şarkı söyle” dediğinde Antony cevabu yapıştırdı : “ Benim konuşmam da müzik” dedi ama kırılmıştı bir kere. Çok ilham verici olabilecek bir sohbet yarıda kesildi. Antony, şarkılara devam etti ama böylesine kaba bir müdahale, beni sinirlendirdi. Antony konserini hak etmiyor böyle insanlar.
O kişinin yanındakiler, gidebilirsin memnun değilsen dediler ama nafile. Hope There is Someone ile bis yaptığında, göz yaşlarımı zor tuttum. Twilight da muhteşemdi. Konserin ilk şarkılarında, Antony’nin sesi biraz daha az geliyordu, açıkhava’da ses dağılıyor gibiydi. Sonradan düzeldi. Daha dengeli gelmeye başladı tüm enstrümanlar. 2007’deki Şan tiyatrosu konserini kaçırmış biri olarak, bu sefer gitmem lazım dedim ve tatili de erteledim. Daha samimi bir mekanın daha iyi olacağı kanıdındayım ama Açıkhava’da da yıldızların altında , yaylı orkestrasıyla, Antony bizi büyüledi. Orkestrasına eğilerek selam verişi de zarafetti.
Gay çocukların ne kadar yaşam dolu olduğundan, sevinç dolu olduklarından bahsetti. Cinsiyetçilik ve ayrımcılıktan dem vurdu. Daha önceki konserine göre, daha aktivist, hararetli konuşan bir Antony olduğunu söyleyenler oldu. Sohbeti dahi büyülüydü. Türkiye’de kadınların dövülüp öldürüldüğünü duyunca, üzüntüsünü gizleyemedi ama tüm dünya benzer durumda diyerek ülkem seyircisinin yanında durdu. Umut olduğuna dair mesajları da eksik etmedi. Geleceğe güzellikle bakan bir ruhun nefesi gerçekten iyi geldi. Hüznünde, melankolisinde bile umut olan ender bir ozan gördüm. Bir cennet bahçesi sunar gibiydi sahnede adeta.

The Lake şarkısını bekliyordum ama nedense söyleme ihtimali de az diyordum. O şarkıyı söylemedi ama aratmadı da. Benim en sevdiğim şarkısı the Lake. Aynı zamanda çizim yapan ve sergiler de açan Antony’nin bu renkli kişiliğinde kendimden bir parça buluyorum. Çizim ve müzik ayırt etmediğim sanat dalları. Acımasız sektörde, kırılganlığıyla varolabilmiş ender bir ozan Antony, bu yüzden naifliğine daha bağlıyım. Film ekiminde de bir dokümanter filmde, kendisi de yer aldı. Sanırım Cohen’in şarkılarını yorumlayanlardan bahsediliyordu filmde. Antony , orada da inanılmaz doğal ve zarifti.

Bu konserin kıymetini sahiden anlamak için müzik duyarlılığından öte, toplumsal bir duruşun önemini anlamak gerekiyor, dünyayı , varolan egemen gözlerden daha farklı bir gözle görmenin yükünü bilmek, duyumsamak gerekiyor. Öteki gibi hissetmenin veya hissettirilmenin ağırlığını bazen de güzelliğini yaşamak gerekiyor. Etiketsiz , isimsiz aşka/sevgiye inanmak, yürekten yaşamak gerekiyor. Biraz olsun ruhuma merhem oldu bu konser… Sıra, haftaya ülkemize ikinci kez gelecek olan Morrissey konserinde.

Ece Dorsay

ecedorsay@yahoo.com

İstanbul Caz Festivali






İstanbul Caz Festivali
8 Temmuz 2012 BirGun Pazar Eki


İKSV bu sene yine müthiş isimleri ayağımıza getiriyor. Marcus Miller’ı çok defa izledim. Bende imzali seri bas gitarı olan bu muazzam müzisyenin tevazusu da tartışılmaz. Konserine gitmek istiyordum yine ama kısmet olmadı. Morrissey ve Antony Hegarty gibi ağır topları ise kesinlikle kaçırmamaya yeminliyim. IKSV’nin tarihini biraz öğrenelim :


İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın en genç festivali olan İstanbul Caz Festivali, 1994 yılından bu yana düzenleniyor. Her yıl temmuz ayının ilk yarısında İstanbul’un değişik konser ve etkinlik mekânlarında gerçekleştirilen İstanbul Caz Festivali, programında caz müziğinin yanı sıra pop, rock ve dünya müziği gibi farklı tarzlara da yer veriyor.
Cazı, güncel müzik türleri arasında, sanatsal yaratının ulaştığı en üst noktalardan biri olarak gören İKSV, yeniliklere açık, kapsayıcı ve erişilebilir yönleriyle bu müziği temel yapı taşı olarak seçerek başlattığı bu festivalle, sadece müzikseverler ile sanatçıları buluşturma amacıyla sınırlı kalmayan, Türkiyeli sanatçıların çalışmalarını ve yeni üretimlerini destekleyen ve bu alanda yeni nesilleri teşvik eden geniş çerçeveli bir etkinliğe imza atıyor.
İstanbul Caz Festivali, klasik ve modern cazın yanı sıra Latin caz ve kuzey cazı gibi farklı türlere ve elektronik müzik ile cazın birleştiği değişik çalışmalara programında yer veriyor. Festival kendisini sadece caz müziği ile sınırlamayıp rock, pop, blues, reggae, funk, dünya müziği gibi farklı türleri de kucaklıyor. Sunduğu çeşitlilikle izleyicilere yeni keşif olanakları sağlayan İstanbul Caz Festivali, mekân seçimlerindeki cesur yaklaşımıyla da müziği klasik konser alanlarının dışına, İstanbul’un tarihi mekânlarına, cadde ve sokaklarına, tramvaylarına ve vapurlarına taşıyor; kente yeni etkinlik alanları kazandırarak geniş kitlelere hitap etmeyi amaçlıyor. İstanbul’un uluslararası konser haritasında önemli bir yer edinmesini sağlayan festival, ülkemizde son yıllarda giderek gelişen müzik sektörü ve benzeri festivaller açısından da önemli bir örnek oluşturuyor.
İstanbul Caz Festivali’nin önemli hedeflerinden biri de, Türkiye’de caz müzik üretimini teşvik etmek ve yurtdışındaki tanıtımına katkıda bulunmak. Bu kapsamda “Avrupa Caz Kulübü” ve “Ustalarla Buluşmalar” gibi özel serilerde Türkiye’den ve yurtdışından müzisyenleri bir araya getiren festival, 2003 yılından bu yana düzenlediği “Genç Caz” konserler serisiyle de amatör caz müzisyenlerine yeni bir platform ve uluslararası bir caz festivalinde yer alma imkânı sağlıyor.
Cemil Topuzlu Açık Hava Sahnesi’nin yanı sıra Aya İrini Müzesi, İstanbul Arkeoloji Müzeleri, Esma Sultan Yalısı gibi İstanbul’un farklı tarihi mekânlarında ve kentin dört bir yanındaki açık alanlarda gerçekleştirdiği 30’u aşkın konserle festival her yıl yaklaşık 50.000 izleyiciye ulaşıyor. İstanbul Caz Festivali, 2002 yılından bu yana Yaşam Boyu Başarı Ödülü sunuyor. Avrupa’nın önde gelen caz festivalleri arasında yer alan İstanbul Caz Festivali, Uluslararası Caz Festivalleri Birliği IJFO’nun ilk üyelerinden.
Bugüne kadar caz festivalinde yer alan isimlerden bazıları:
EFSANEVİ CAZ MÜZİSYENLERİ
ALDI MEOLA
BOBBY MCFERRIN
JAN GARBAREK
CHICK COREA
HERBIE HANCOCK
KE ITH JARRETT
MARCUS MILLER
DIANA KRALL
WYNTON MARSALIS
ORNETTE COLEMAN
TONY BENNETT
NATALIE COLE


ROCK VE FOLK MÜZİĞİN BÜYÜK İSİMLERİ
ERIC CLAPTON
JOAN BAEZ
LOU REED
NICK CAVE
STING
TORI AMOS
ELVIS COSTELLO
NORAH JONES
PAUL SIMON


POPÜLER MÜZİĞİN ÖNEMLİ YILDIZLARI
DEAD CAN DANCE
MASSIVE ATTACK
BJÖRK
SUZANNE VEGA
BRYAN FERRY
GRACE JONES
SEAL
JAMIE CULLUM
JOSS STONE
Bu sene sahne alacak isimlere bakalım :
KEITH JARRETT, GARY PEACOCK, JACK DeJOHNETTE
MORRISSEY
THE ISTANBUL PROJECT: MARCUS MILLER & FRIENDS feat. BURHAN ÖCAL, OKAY TEMİZ,  HÜSNÜ ŞENLENDİRİCİ, İMER DEMİRER, BİLAL KARAMAN CELEBRATING 40 YEARS OF İKSV
ANTONY AND THE JOHNSONS ve FİLARMONİA İSTANBUL 'CUT THE WORLD'
ERYKAH BADU
ESPERANZA SPALDING RADIO MUSIC SOCIETY / LYAMBIKO
CARO EMERALD
SHARON JONES & THE DAP-KINGS
JAMAICAN LEGENDS with ERNEST RANGLIN, TYRONE DOWNIE, SLY & ROBBIE feat. BITTY MCLEAN
TILL BRÖNNER
GRETCHEN PARLATO / AMBROSE AKINMUSIRE
LARS DANIELSSON 'LIBERETTO'
'CAZ İÇİN TUHAF BİR YER' BUGGE ‘N FRIENDS / NINETY MILES / MAGNUS ÖSTRÖM
'USTALARLA BULUŞMALAR' DHAFER YOUSSEF'S ‘DANCE OF THE INVISIBLE DERVISHES’ FEAT. HÜSNÜ ŞENLENDİRİCİ & AYTAÇ DOĞAN
'YENİ OZANLAR' THE DEARS


Deniz ve güneşten feragat edilir. Kaçmaz.


Ece Dorsay
ecedorsay@yahoo.com

2 Temmuz 2012 Pazartesi

Zift Grubu ile Keyifli Program


Zift Grubu ile Keyifli Program
24 Haziran 2012 BirGun Pazar Eki

Geçen hafta Cumartesi konuk aldığım Zift grubuyla çok keyifli bir program yaptık Açık Radyo’da. Gülmeye doyamadık. Kendimizle bile dalga geçtik. Sektörle kafa bulduk.
90’lardan beri bu işin sahne tozunu yutmuş, olgun ve samimi dostlar ile program yapmak güzeldi. Kısaca grubu tanıyalım :
Cantek Batur (Vokal)
Olay Andaç (Gitar)
İlker Göçmen (Bas Gitar)
Barış Samir (Davul)
Yavuz Yurtgüder (Klavye)
“Grup 1990'li yılların başında  kurulmuş İstanbul’ da çeşitli barlarda ve festivallerde cover grubu olarak sahne almıştır. Grup üyelerinin bir kaçının yurt dışına gitmesi nedeniyle müziğe ara veren grup 2008 yılında herkesin yurda dönüşüyle yeniden bir araya gelmiş, isimlerini ZİFT olarak değiştirmiş ve kendi parçalarını  üretmeye başlamıştır. Albüm kayıtları dolayısıyla konserlere bir süre ara veren grup, ilk albümleri “YANLIŞ ŞEYLER”i Aralık ayı içerisinde sevenleriyle buluşturdu.
Grubun diğer gitaristi Türker Talayman, 2009 yılında işlerinin yoğunluğu nedeni ile gruptan ayrıldı ancak kayıtlarda konuk olarak 3 parçada gitar çaldı. İstanbul Arabesque Project üyesi Korkut Peker bir parçada perdesiz gitar, Şebnem Ferah ve Pentagram'ın gitaristi Metin Türkcan yine bir parçada elektrik gitar çalarak albüme katkıda bulundu. Direnen Mızıkacılar’dan Pelin Özülkü ve Nevermind’dan Günkut Akgül ise albümle aynı adı taşıyan “Yanlış Şeyler” isimli parçaya geri vokallerle konuk oldular. Albümün mix'i Türkiye'nin en yeni ve iyi stüdyolarından Babajim'de Şebnem Ferah, Sertap Erener, Aydın Esen gibi isimlerle çalışan tecrübeli ses mühendisi Alp Turaç tarafından, mastering’i ise Sarı Ev stüdyolarında yine tecrübeli isimlerden Barış Büyük tarafından yapıldı.”
Stüdyoda, Ege türküsü olan Ateş Ver’in akustik yorumu beni etkiledi. Cantek’in yorumu içtendi, söylerken gerçekten sözleri hissettiği belliydi. Sindirerek cover yapmak önemli. Bir şarkıyı çok severek ve isteyerek söylediğiniz yüz ifadenizden, enerjinizden anlaşılır. Bazen çok başarılı bir aranjman olmaz ama yorumunuz çok içtendir, çok adanmış haldedir.
Üvey aşklar şarkısının ismini dahi beğendim. Günümüzdeki sığ ihtiraslara gönderme diye algılanabilir veya içimizdeki kaotik hislere ve yalnızlığımızın çaresizliğine :
Üvey Aşklar
Bir gözün okşar beni
Bir gözün seyreder
Usulca uzaklardan
Hemen karışır aklın
Aldığın her nefeste
Rüzgarla değişir kalbin
Yazılmasın bunlar
Çizilmesin bunlar
Üvey aşklar bunlar
Mecburiyetten
Gel sarıl sıkıca bana
Günahların kazınsın
Masumsun artık
Yazılmasın bunlar
Çizilmesin bunlar
Üvey aşklar bunlar
Mecburiyetten

Ece Dorsay



Odylle ve Şirin Soysal ile  Pop Caz Sularında Yolculuk :

 17 Haziran 2012 BirGun Pazar Eki
Konuk aldığım gruplardan son iki tanesi : Can Bonomo’ya çalan müzisyenlerden oluşan Odylle adlı pop caz grubu ve Şirin Soysal. Şirin Soysal’ın ekibi zaten tanıdığım usta isimlerden oluşuyor : Şevket Akıncı ve Cansun Küçüktürk.  Şirin Soysal’ın sesi ve müziği gayet avantgarde. Bizde pek benzeri olmayan bir albüme imza atmışlar. Odylle için de aynı şeyleri düşündüm. Odylle’in albümü çok pozitif ve naif geldi bana. Şirin Soysal ise karanlık sularda geziyor ama asla negatifliği çağrıştıran bir karanlık değil. Bu iki isim de, caz müziğe biraz daha pop (Odylle) ve biraz daha alternatif rötuşlar (Şirin Soysal) katarak, taze bir ses olmuşlar adeta.
Odylle’i kısaca tanıyalım :
Hollandalı besteci Fleur Odylle’in önderliğinde kurulan pop soslu caz grubu Odylle, İstanbul’u bambaşka bir gözle anlattıkları ve ismiyle hemen dikkat çeken ilk albümleri ‘İstanbul Bana Ne Yaptın?’ ile caz dünyasında yeni bir boyut açmaya hazırlanıyor.  Enerjik ve bir o kadar da sempatik Fleur Odylle'in gözünden İstanbul'a yeniden bakmaya hazır mısınız?
Beş kişiden oluşan Odylle’in baş kahramanı, gruba adını veren 27 yaşındaki Hollandalı solist ve piyanist Fleur Odylle. Türkiye’de ve Hollanda’da Siyaset Bilimi üzerine iki kez master yapmış olan Fleur, 2008 yılında grubun basçısı ve aynı zamanda prodüktörü olan Bora Bekiroğlu ile tanışmasının ardından Odylle projesini hayata geçirmeye karar verdi.
12 şarkıdan oluşan ve albüme ismini veren şarkı dışında hepsinin İngilizce olduğu ‘İstanbul Bana Ne Yaptın?’ adlı albümün kayıtları Babajım stüdyolarında gerçekleşti.Prodüksiyonu ise aynı zamanda Can Bonomo ile birlikte de çalışan ve It Is Red adlı prodüksiyon şirketi ile tanınan Bora Bekiroğlu üstlendi. Tamamını, yıllar önce İstanbul’a taşınmasıyla birlikte şehre adeta aşık olan ve onu bir türlü terk edemeyen solist Fleur Odylle’in başından geçen hikayelerden esinlenerek yazdığı şarkılar oldukça enerjik bir caz atmosferi sunuyor.
Şirin Soysal ise kendini en samimi şekilde şöyle anlatıyor :
“1980’in Ocak ayında, Avusturya’nın Viyana başkentinde, o zamanlar dört buçuk yaşında olan bir ağbi’nin yanına doğdum. Orada doğmamın sebebi annem ve babamın diplomat kariyeriydi. İki yaşıma kadar bacaklarım hafif çarpık, kafam ise büyüktü. Koşarken başım ağırlığı nedeniyle önden gidiyor, bedenim de ona yetişiyordu. Avusturyalı doktor bacaklarımın güneş görünce düzeleceğini vaadetti. Nitekim ilk yaz tatilim için Türkiye’ye geldiğimde, bacaklar düzeldi. Kafamsa bedenimin büyümesini bekledi, zaman içinde  oranını buldu.
Okul yıllarım elektrikli geçti. Çünkü ülke değiştikçe, dil, kültür, arkadaşlar da değişiyordu. Tipim Avrupalı’ydı. Sarı-mavi-beyaz. Fakat Türk olmak beni her nedense başkalaştırıyordu. Dünyanın acılarına bakınca oranla pek az olsa da, çileden kendi payımı çektim. İyi ki de çekmişim. Bugün bir şarkıya söz yazdığımda, malzeme eksik olmuyor.
Küçüklüğümden beri derdimi anlatmamın yollarını arıyorum. Konuşmak zor geliyor, hep gelmiştir. Bu konu üzerinde çalışıyorum, ve ilerde mükemmel bir konuşmacı olmayı hedefliyorum. Yazmak daha kolay. Beyaz bir sayfa var ve onu doldurmam için kimse beni bakışlarıyla baskı altında bırakmıyor. Gerçi o baskı benim kendi yarattığım bir şey. İnsanlar niye durduk yerde bana baskı yapsın? Dedim ya, üstünde çalışıyorum.
Şarkı söylemek konuşmaktan farklı tabii. İnsanlar genelde şaşırır şarkıcı olduğumu duyunca. Sessizim ya. Ona bakarsan Üniversite’de tiyatro okudum, Dublin'de. O zamanlar oyuncu olmak istiyordum. Sahne işte. Başka bir yer, başka bir gerçek. O yüzden adı ‘sahne’.
Derdimi anlatmanın yollarını arıyorum. İki sene önce şarkı yazmaya başladım. Önce melodi geliyor. Beğenirsem, ona söz yazıyorum. Müzik benim işimi görüyor. Ben de ona hürmet ediyorum. Güzel bir iş birliği oluyor...”

Bu iki ismin,  müzik sektörüne tazelik ve ferahlık getirdiğini düşünüyorum, tabii orijinallik de.
Açık radyo programımda canlı da çaldılar ve çok keyifliydi performansları. Tamamen sanatsal kaygılarla yapılmış projeler kendini hemen belli ediyor.

Ece Dorsay
ecedorsay@yahoo.com

Nino Varon’un Resim Sergisi


Nino Varon’un Resim Sergisi
 10 Haziran 2012 BirGun Pazar Eki

6 Haziran Çaşamba günü, değerli müzik insanı Nino Varon’un resim sergisi açılışına, sadece havalimanı için yolumun düştüğü Yeşilköy’e gittim. Şiddetli yağmura rağmen, sevenleri onu yalnız bırakmamıştı. Duman’dan Kaan Tangöze de oradaydı. Sergide sadece tablolar yoktu, gitarların ve farklı objelerin üzerlerine çizdikleriyle de, çok ilginç işlere imza atmıştı Nino Varon. Elini sürdüğü tüm projelerin kalitesi, kendini anında belli eden sanat adamlarından biri Nino Varon. Sanat insanında, Renaissance’çıyımdır, çok yönlülüğü savunurum. Akademik eğitime de saygım büyük ama Tanrı vergisi çok yönlü yaratıcılığın çok ayrı bir değeri olduğuna inanırım. Nino Varon’un sergisindeki eserlerde, vizyon ve ince ruh vardı. Çok az insana nasip olur böylesi vizyon. Çevremde genelde, çok yönlü insanlar oldu ve ben de armut dibine düşer misali, sanatın farklı dallarına yöneldim. Çocukken çizgiromanlar yapardım, belki ilerde dönüş yaparım. Belki Nino Varon fark etmemiştir ama tekrar çizime dönmem konusunda bu sergi beni epey motive etti.

Kısaca tanıtım yazısından alıntılarsak :

“Ünlü müzik adamı, söz yazarı, besteci, yorumcu, prodüktör, ressam NİNO VARON,
Tual yerine GİTARLARI da kullandığı özgün RESİMLERİNİ , 6-17 Haziran 2012 arası "YEŞİLKÖY LONG" ta sevenleriye buluşturuyor... "Nino'nun Vapurları" size doğru yüzüyor... Ve... Nino Varon, misafirlerine bir ayrıcalık daha sunuyor..."Sevdiğiniz resmin İSMİNİ SİZ KOYUN" diyor.

Açılış Kokteyli: 6 Haziran 2012 Çarşamba Saat 17:00
Sergi Tarihi: 6 -17 Haziran 2012
Yer: Yeşilköy LONG ( Yeşilyalı sok No: 6 Yeşilköy )
Misafir İlişkileri Yön. : Belgin Günay 0533 031 50 85 / 0212 662 06 87

NİNO VARON'u bilenlere zaten hatırlatmaya gerek yok ama bilmeyenler için,
55 yılını en iyi arkadaşı müzikle geçirmiş bir isim NİNO VARON. Nilufer'den , Tanju Okan'a, Ajda Pekkan'dan Kayahan'a, Füsun Önal'dan Modern Folk Üçlüsü'ne, Timur Selçuk'tan Juanito'ya, Bulutsuzluk Özlemin'den Duman'a 65 sanatçıyla çalıştı. Dönemin en önemli isimlerine prodüktörlük yaptı. Yazdigi ve bestelediği onlarca şarkı, 40'ın üzerinde Reklam ve Film müziği var.

Tanju Okan’a yazdığı "Hasret", Nilüfer’e yazdığı "Göreceksin Kendini", Aşkın Nur Yengi'ye bestelediği " İmkansızım", Demet Sağıroğlu'na yazdığı "Papatya Falları", gibi..... şarkı sözlerinin yanı sıra yaptığı bestelerle de listelerde hep bir numaraya yükseldi. Yüzlerce plak, binlerce şarkıyla geçirdi hayatını...

Nino Varon, son dönemlerde kendi albümleriyle sevenlerine özel bir müzik ziyafeti sunuyor. Duygu yüklü "Hastayım" , "Bir Kadın Bu Kadar Özlenmez Ki, "Hoşgeldin Efkar" gibi şarkılarla "söz yazarı, besteci, yorumcu" kimliğiyle, etkileyici, dokunaklı sesiyle, kendine has yorumuyla sevenlerinin kalbine dokunuyor.... diğer zamanlarda yıllardır ön plana çıkarmadığı "RESSAM" kimliğiyle harika özgün RESİMLER yapıyor.

Ben kendisini tanıma şansını, geçtiğimiz sonbahar ayında buldum. (2011) Büyükada’ya gittiğimde, ortak dostlarla beraber misafiri olduk. Babam kendisi için “troubadour” sıfatını kullanmış bir yazısında. Bu yazıyı hiç unutmamış Nino Varon. Kendisini tanıdıktan sonra, bunu ben de bizzat gördüm. Günümüzde popüler olan birçok prodüktör , kendisinden ince ruh ve vizyon eğitimi almalı. Ama maalesef bunlar sonradan kazanılmıyor. Müziğe evrensel olarak bakabilmek, trend’leri her daim takip edebilmek, çok insana ulaşabilmeyi kaliteden ödün vermeden yapabilmek, aşka her şeyden daha fazla değer verip bunu müziğe kalpten yansıtabilmek, bir Don Juan gibi kalabilip, yaşama sevincini taze tutabilmek, çok az insana nasip olur. Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi sempozyumunda 70’lerin ruhundan bahsederken ve esprilerle salonu gülmekten kırıp geçirirken de çok doğal ve kendiyle, dünyayla barışıktı. Çevresindeyken, motive olabileceğiniz ve hayata pozitif baktırabilen ender kişilerden.

Nino abime buradan sonsuz sevgi, saygı ve hürmetlerimi iletiyorum.
Bu sergiyi mutlaka görün.

Not : 11 Haziran Pazartesi aksamı 22:00’da Mayotte Pub’da ücretsiz konserime beklerim.
İstiklal Caddesi / Taksim   Rez : 0212 243 24 40

Ece Dorsay

ecedorsay@yahoo.com