Canım İzmir ve dahası…
21 Ağustos Pazar 2011 BirGun Pazar Eki
İzmir’den ayağımın tozuyla dün döndüm. Yaklaşık bir buçuk aydır evimden uzaktaydım. Önce Bodrum sonra İzmir , Çeşme, Çandarlı…Nisan ayında da konser vermek için İzmir’e gitmiştim. Zaten İzmir ile en güçlü bağım o sırada başladı. Bios’taki ilk İzmir konserim ile. Temmuz ayında tekrar İzmir’ e gittim. Gidiş o gidiş. Bir türlü dönemedim. En yakın dostumun orada yaşıyor olması ve Foça’daki Rock-a festivali bir yana, Konak Pier, Kızlarağası Han gibi büyülü şehir mekanlarında uzun vakit geçirdim. Çeşme’de zar zor bir pansiyon bulup, sağda solda gezindim. Monk barda canlı caz müzik dinledim.
İzmir’in şehir merkezi benim için ayrı bir önem taşıyor. Alsancak’ta Sevinç Pastanesi’nde oturmak, Asansör adlı kuleye çıkıp (Dario Moreno sokağı ve Enrico Macias heykeli var) tüm şehir manzarasını izlemek, İnciraltı gibi enfes bir yerden geçerken palmiyeler ve dev orman alanlarıyla dolu deniz kıyısını görmek…Beni en çok Konak Pier ve Kızlarağası Han etkiledi ama…Konak Pier’den günbatımı, çalan Fransızca şarkılar, denizin üstüne iskemle koymuş oturuyor gibi engin bir sonsuzlukta hissetmek… Kızlarağası Han’da, fincanda pişen türk kahvemi içtim ve yanında renkli lokumları yedim. Fasıl heyeti geziniyordu, çok keyifliydi. Üst kata çıktım, eski sahaflar ve antikacılar çarşısı vardı. Matara İlgi Evi adlı bir plak dükkanı keşfettim. İkinci el 45’likler, plaklar, nerdeyse 10 bine yakın plak varmış. Özkan ile epey sohbet ettik. Plak kapaklarına bakmak bile çok eğlenceliydi. Alt kattaki antikacıdan kırmızı bir chopper motorsiklet biblosu aldım. Bakırcı Osman lakaplı, Cahit Berkay’a benzeyen, girer girmez bana Carol King plağını gösteren, hippie ruhlu çok iyi bir adamcağızdı. Yan dükkanı işleten eşiyle de tanıştım. Vedat Sakman’ın da yakın dostuymuş. Eve döndüğümde, biblo elime ulaştı mı diye telefon bile açtı. Misafirliğe çağırdı birgün. İzmir’de kendimi nerdeyse Kaliforniya kadar modern, bol palmiyeli ve enfes kıyı şeritli bir şehir görünümünde ama insanların hala birbirine içten selam verdiği mahalle ruhunu koruyan sımsıcak bir kasabada hissettim.
Güzelbahçe’de dev kalamarlar yedik. Dünyadaki en ucuz balık yeme yöntemi burada adeta… Restoranın kapısında satılan deniz ürünlerini seçiyorsunuz ve alıp ödüyorsunuz. İster gidip evde yiyorsunuz, ister restoranda pişirtip yiyorsunuz. Restoran’ın kazancı ise yediğiniz mezelerden oluyor. Her yerde bulabileceğiniz balık pişiricileri ise tam bir Ege kentinde olduğunuzu vurguluyor. Balıktan alınan keyif, hiçbir yerde yok.
Tatilimi uzun filan tutmadım çünkü aslında bu bir tatil değildi benim gözümde… Hem içsel hem dışsal bir yolculuktu. Kendime yolculuk, kendimle yolculuk, kalbime ve dost kalplere yolculuk… Evden uzak, çantamla beraber yaşama hissi…Bomboş bir pansiyon odasında tek başıma kalmanın ağırlığını da yaşadım, bana çalınan kimi şarkılarla da coştum, bir yanlış anlama ile yıkılmanın meteor etkisini de yaşadım… Gerçekten değerli izler de bıraktım ve kalbimde o izleri taşıdım. Tüm bunlar olurken bazen yanımda dostum oldu ama genelde tek başıma yüzleştim.
Bu yolculuk bana, korkulara ve engellere rağmen evden hatta aslında kişisel sınırlarımızdan uzaklaşıp yeni bir şehri yani bilinmeyeni keşfetmeyi, yeni güzelliklere adım atma cesaretini göstermeyi öğretti. Sevgimde zaten cesurdum. Coğrafik anlamda da cesur olmak, bilmediğim yerlere tek başıma gidip sora sora adresleri bulmak, otobüslerden otobüslere gezmek bana çok şey kattı. 4 ay Londra’da yalnız yaşamıştım ama güneyde tek başıma gezmek, konser vermek, yeni dostlar edinmek değerli oldu benim için. Kalbimin yarısı İzmir’de kaldı. Şehrin denizle olan yakın ilişkisi ve insanlarının sıcaklığı belki benim de kalbimle gördüklerimdi. Belki böyle bir yolculuğa ihtiyacım vardı ama her şeyin bir başlangıç olduğunu hissediyorum. Yeni kararlarım için bu gezi bana bir liman oldu ve güç verdi. Risk almadan yeni kararlar alınmıyor. Eski alışkanlıkları bırakmak en zoru ama en büyük başarı da aynı zamanda…
Ece Dorsay
ecedorsay@yahoo.com
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder