Amy
Epik
ve Dramatik Bir Hayat Öyküsü..
Müzik belgeselleri ve
müzisyenlerin biyografi kitapları beni oldum olası çok etkiler. Belki ben de
müzisyen olduğum için büyük bir iştahla bu yollar hakkında aydınlanmak
istediğim içindir. Belki de Türkiye’den çıkıp da gerçekleşmesi ütopik görünen
büyük hayallerin izinde gitmeye tutkun olduğum içindir. Her şey bir yana, başta
müziğe olan tutkum ve ardından gelen sıra dışı ozan/müzisyen karakterlere olan
ilgim beni bu türe yaklaştırıyor. Amy Winehouse ile
müzikal ilişkim enteresan. Şarkılarını yorumlarken notalarını aynı tondan
söylediğim tek insan. Genelde şarkılar yorumlanırken yorumcunun gırtlağına göre
transpoze edilir. Vokal fazla tiz geliyorsa pesleştirilir, tiz geliyorsa tam
tersi. Ben ise ne zaman bir Amy şarkısı
seçsem, tonlarımızın birebir uyduğunu fark ettim. Onun kadar mükemmel bir blues
ve caz hissiyatı ekleyemesem de, şarkılarını kendi rengimde söylemeyi hep
sevdim.
Yıllar sonra, Amy’nin babası Mitch Winehouse’un yazdığı biyografi kitabı Kızım Amy’i okudum ama 2015 yılında izlediğim Amy filmi bana daha gerçekçi göründü. Filmde, Mitch çok daha fazla hedef gösteriliyordu, kitaptaysa babası kendini koruyucu melek gibi gösteriyordu. Kendini suçlar gibi yaparken bile satırları aslında düzenin kurbanının haykırışları gibi okunuyordu yine de yeterince güçlü yazılmamıştı. Filmin neden bana daha çarpıcı geldiğini belki anlatımının en sahici görüntülere dayalı olup buna rağmen sanatsal estetiğini de koruyabilmesine bağlayabiliriz artı babasının anlatımında yeterince inandırıcılık bulamadım. 27’ler kulübü klişesini ensenizde hissettirmeden akan bir belgesel/film. Tam da ruhunuzda açılmış deliklere şarkı söyleyen bir ozan/şarkıcı. Çocukluktan star’lığa uzanan yolculuğunun günlüğü tutulmuş gibi belgeselde. Amy’nin bizzat “Vurucu kelimelerle itiraflar” diye tasvir ettiği şarkı sözü stilini, yönetmen Asif Kapadia, filmin kurgusuna taşımış. Direkt bir anlatım olmadan, Winehouse’un şarkı sözleri bize hikayeyi anlatıyor. Film, 1998 yılından bir ev çekimiyle başlıyor. Dikkat çekici ve zamanla üslubu daha da sivrilen Amy, arkadaşının 14. yaş partisi için Marilyn Monroe’yu taklit ediyor. Dikkat çekici yeteneği Amy’i ürkütücü bir hızla yukarıya taşırken, 2005 yılında Camden’da tanıştığı ve kocası olacak olan Blake’in hayatına eroini sokmasıyla tüyler ürperten bir lunapark trenine biniyoruz. Baba figürü gibi duruşuyla Tony Bennett, Amy’e yeterince uzun yaşayabilirse nasıl bir hayatı olabileceğini ima eder ve düet kayıtları sırasında O’na şefkatle yol gösterir, Amy’nin caz devlerinden biri olma yoluna girecek vakti olsaydı hayatının ne kadar güzel olabileceğini bize sezdirir. Tam Amy’nin istediği hayat : Filmin en başında istediği tek şeyin müzik yapmak olduğunu ve şöhretle ilgilenmediğini söylemişti ve bu cümleyi Camden dönemlerinde bile tekrar etti. Amy Winehouse‘un 12 yaşında söylediklerine kulak verelim : “Çok ünlü olmayı hayal ediyorum. Sahnede olmak istiyorum. Bu tutku yaşadığım sürece devam edecek. İnsanların sesimi duymalarını ve beş dakikalığına dertlerini unutmalarını istiyorum. Konser biletleri, Batı Yakası ve Broadway Şovu biletleri bir çırpıda tükenen bir aktris ve şarkıcı olarak hatırlanmak istiyorum.”
Ruhunuzda açılmış deliklere şarkı söyleyen şarkıcı..
Tartışma yaratabilecek vuruculukta bir anlatım ve filmin her
an’ına sinmiş bir hüzün, filmden sarsılmış halde çıkmama sebep olmuştu. İyi bir
film bunu yapabilmelidir insana. Asif Kapadia bize
zor sorular sordurmayı nitelikli bir biçimde başarıyor. Amy’nin babası Mitch
ile olan ilişkisi filmin en can alıcı kısımlarından. Amy’i küçük yaşta terkedip
, kalbinde en büyük yarayı açan ve daha sonra tüm iyi niyetli korumacılığına
rağmen medyaya malzeme olmasına katkıda bulunarak düzene boyun eğen bir baba.
Babasının yazdığı kitapta bahsedilmeyen de bu en karanlık kısmıydı hayatının.
Amy’nin, kocası
Blake’e uyum sağlayabilmek için O’nun uyuşturucu dolu karanlık dünyasına teslim
olması, çocukken babasından alamadığı onayı ve sevgiyi, aidiyet hissini
kovalamasi gibi. Zira, Grammy ödüllerinde ismi açıklandığında bile şöhretle
yaşamanın uyuşturucu olmadan ne kadar sıkıcı bir hayat olduğunu kamuya ilan
eder Amy.
ocukluğu Marilyn
Monroe‘nunki kadar trajik ya da Elvis Presley‘inki
kadar yokluk içinde geçmiş olmasa da, tıpkı Jim Morrison gibi
şöhrete çabuk ve hızlı ulaşıp, kendine zarar veren mazoşist ve bağımlı
karakterinin sivrilmesine ve kontrol edilemez bir hal alışına tanık oluyoruz.
Erken yaşlarda bağımlısı olduğu bulimia hastalığı, daha sonra alkol ve
uyuşturucu ile birleşerek Amy’i girdabın içine doğru sürükler.
Şöhretin
en büyük bedellerinden birini ödedi Amy : Paparazziler tarafından her
saniyesi takip edilerek en mahrem an’lari basına malzeme oldu ve yetmezmiş
gibi, bağımlılıkları yüzünden dönüştüğü ürkütücü ama aslında çaresiz küçük kız,
acımasız medyanın alay konusu olarak kapitalist düzenin malzemesi oldu.
Ece Dorsay
2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder