Joker :
Provokatif Anti-Kahraman ile Anarşi ve
Tekinsiz Mizah
Batman serisinden aşina olduğumuz, DC Comics
yaratımı, New York ile Chicago’ya benzeyen kurgusal şehir Gotham’daki çöp grevi
ve bu yüzden çoğalan dev fareler, tırmanan fakirlik yani karanlık bir tablo ile
başlıyor film. Filmin başında oyunculuğuyla bizi kendine hayran bırakan Joaquin
Phoenix’in yeniden hayat verdiği Joker karakterinin ayna karşısındaki
hastalıklı kahkahasını izliyoruz. Aşırı makyajlı yüzü, bu teatral karakterin gülüşünün
zamanla daha histerik bir hal alışına tanık olmadan evvel seyirciye Todd
Philipps’in sıra dışı Joker versiyonu olarak selam veriyor adeta.
Kahkahalarının sinirsel bir hastalık sonucu ortaya çıktığını sonradan
öğreniyoruz tıpkı asansörde beğendiği siyahi kadın komşusuyla sevgili oluşunun
hayal ürünü olduğunu sonradan anlamamız gibi. Annesiyle beraber ufak bir
dairede yaşayan ve sokaklarda tabela tutmak, geceleri komedi kulüplerinde komedyen
olarak şansını denemek isteyen, annesinin ona hep gülümsemesini öğütlediğini
söyleyen bu naif tavrın, sokak arasında punk’lar ve metroda zengin borsacılar
tarafından acımasızca dövüldüğünde, çevresinden kötü muamele gördüğünde,
otobüste eğlendirdiği bir çocuğun annesi tarafından dışlandığında bile nasıl
bir değişim geçirdiğine tanık oluyoruz. Hayran olduğu talk show sunucusu
komedyenin ne kadar kinik ve alaycı bir düzen adamı olduğunu anlaması da
bardağı taşıran son damla oluyor. Ekonomik kriz yüzünden finansal desteği
kesilen sosyal hizmetler görevlisi terapistinin kendisine hep aynı soruları
sormasına isyan ediyor ve kaotik defterine slogan cümleler yazıyor. “Kimsenin
umrunda değiliz.” diyor terapist. İnsanların onun hastalığını olduğu gibi kabul
etmediklerini, kişiliğini adeta yansıtan
çarpık yazısıyla not ediyor Arthur (Joker), çizimlerinin de olduğu liseli veya
deli ruhlu hırpani günlüğüne..
Yalnızlık ve alaycılık çağında, kendine özgü yol
seçmek isteyen herhangi bir ruhun ne kadar örselendiğini de mesaj olarak okumak
mümkün. “İnsanlar kaba !!” diye isyan edişiyle zaten Joker’in durumu
sloganlaştırdığını görüyoruz ama azılı bir seri katile dönüşü, seyirciyi şoke
etmiyor değil. Notre Dame’ın Kamburu gibi izlediğimiz yakın plan sırt
çekimlerinde aklıma Wim Wenders’in Million Dollar Hotel filminde dedektif Mel
Gibson’un kamburu ve oteldeki bütün marjinal karakterlerin, habere susamış
gazetecilerden daha hümanist olduğu tema aklıma geldi. Robert De Niro’nun talk
show sunucusu rolünde oynaması bir tesadüf değil elbet, Taxi Driver filmine göz
kırpıyor yönetmen.
Film, anarşik ve düzen yıkıcı sistem eleştirisini,
bir sosyopatın hastalığı ve kasvetli çizgiromanvari duruşunun etkisiyle dengeliyor,
her tür yoruma açıyor. Babasının gerçek kimliğini ve hatta karakterini
öğrendiğinde Arthur, sahne ismiyle Joker’in yaşadığı travmayla başa çıkması
daha da zorlaşıyor.
Fight Club filmindeki Tyler Durden gibi zamanla
özgüveni yüksek hatta narsizm sınırlarını aşan bir alter-ego yaratıyor. Sadece
güçlülerin ayakta kalabildiği acımasız kapitalist düzende, yalnızca gülümseyip
insanları güldürmenin geçerliliğini yitirdiğini düşünmesine ve acımasız olması
gerektiğine inanıp raydan çıkmasına dehşetle şahit oluyoruz. İlginçtir ki Joker
karakteri, seyircinin empatisini de üzerinde tutmayı filmin ilk yarısına kadar
başarıyor. En kanlı cinayeti işlerken bile kendisine iyi davranmış olan cüce’yi
sağ bırakarak kendi orman kanunlarını koyan ve sosyopatlığının ardındaki ince
duyarlılığı gösteren karmaşık bir karakter izliyoruz. Bu durum filmi daha
derinlikli, karakteri daha katmanlı kılıyor. Zenginler ile fakirlerin
acımasızlaşan savaşı, kapitalist düzenin her daim süregelen bir gerçeği olarak
evrensel bir tema ve geçerliliğini koruyacak bir senaryo.
Fragmandan beklentim, filmi izleyince hayal
kırıklığına uğramadı lakin filmdeki şiddetin dozu sürprizdi, Arthur (Joker)’un
hayattaki tek varlığı annesine değişen tavrı ve şiddeti, gözümde karakteri
yaralı bir ruhtan öte bir psikopata çevirdi. Filmin görkemli rock müzikleri ve
evde çocukluğumdan beri aşina olduğum coşkulu Frank Sinatra klasikleri
seyirciye şahane bir soundtrack sunuyor. Send in the Clowns ve That’s Life,
Smile olarak şarkı seçimlerini ruhumla alkışladım.
Ece Dorsay
2 Ekim 2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder