Gökkuşağının altından geçerken...

Gökkuşağının altından geçerken...

9 Nisan 2020 Perşembe

Denizlerin Fatihi : Kaptan Kusto

Denizlerin Fatihi : Kaptan Kusto

Ece DORSAY

60 yıl evvel Fransa ve İngiltere’de nesilleri etkileyen Fransız kaşif Jacques Cousteau, hayatının anlatıldığı yeni biyografik film Derinlere Yolculuk ile yeni nesillere ulaşacak. Derinliklere Yolculuk  (L’Odysee), 20 milyon Avro gibi dev bütçe harcanarak, Antartika buzullarından  köpekbalıklarıyla ünlü Bahama’ya,  dünyanın farklı okyanus ve  bölgelerinde çekimler yapılarak 5 ay sürmüş.
Filmde oyuncu seçimi de güçlü: Lambert Wilson, Audrey Tautou, Pierre Niney, Benjamin Lavernhe. Özellikle Audrey ve Lambert’in arasındaki güçlü bağ, Yves Saint Laurent ve Frantz  filmleriyle hayranlığımı kazanan Pierre Niney’in babasıyla yaşadığı gerilimler ve başkaldırısı  daha sonra babasını derinden kabul edişi, oyuncuların filme katkısındaki gücü gösterdi bana.
Film, sadece Kaptan Kusto efsanesini yansıtmıyor, aynı zamanda bu efsanenin arkasındaki aile yaşantısını, Kusto’nun oğullarıyla olan adaletsiz ilişkilerini, eşini aldatan hatta ikinci bir aile daha kuran karanlık yönlerini filmin kaşiflik maceralarını fazla bozmadan dozunda veriyor izleyiciye.

Duyarlı ve İnce Bir Çevre Mesajı

Meşhur kırmızı gemisi Kalipso, sembolü olmuş kırmızı şapkası, balıkları ve balinaları su altında izlemek için icat ettiği devrimci nefes alma aygıtı ile Kaptan Kusto, Fransa ve İngiltere’nin medar-ı iftiharı olmuş. İleriki yaşlarında, işleri kötüye gittiğinde ve gemisinden olduğunda bile, yeniden ayağa kalkmasını bilmiş ve çevreci konferanslar vererek dünyaya yeniden büyük katkılar sağlamış. Beni en çok etkileyen sahnelerden biri de, Antartika’ya vardıklarında ve heyecanla balinaları görmek istediklerinde, balina avcılarının onlara ve bize miras bıraktığı kemiklerle karşılaşmaları oldu. Can yakan ve dünyanın güzelliklerini nasıl katlettiğimizi yüzümüze vuran, sade ama vurucu bir sahneydi. Bu katliama engel olmak için karar almaları, izleyene duyarlı ve ince bir çevre mesajı niteliğindeydi.
Baba-oğul dramı, filmin içinde çok anlamlı biçimde ilerliyor. Flash-back yani zamanda geriye dönüşle başlayan film bize önce Kusto’nun erken yaşta yatılı okula terk ettiği küçük oğlu Philippe’in, uçaktaki son saatlerini gösteriyor. Uçak kazasından hemen öncesini…(Spoiler vermek huyum değil ama filmdeki kurgunun güzelliğini tarif etmek istedim.)  Henüz ufacık bir çocukken babasından aldığı uçuş gözlüklerine dönüyoruz sonra. Babası Kusto, artık uçmadığını ve denizleri merak ettiğini söylese de, asi Philippe uçmayı yeğlediğini söylüyor babasına. Filmdeki bu tür sembolik bağlantılar ve kurgu, beni çok etkiledi.

Sürükleyici Senaryo ve Etkileyici Görsellik

İki saatlik biyografik filmi izlerken, görsellik ve senaryo akışı açısından öyle sürüklendim ki, oyunculuklar da üzerine eklenince beklediğimden daha iyi bir film çıktı. Belki daha kuru bir belgesel tadı bekliyordum, tıpkı televizyonda izlediğim ve kaşiflerin hayatını anlatan belgesel filmler gibi. Karşımızda bir belgesel yok elbette, biyografik ama kurgusal bir yapıt var ve görselliğin hakkı epeyce verilmiş. En azından su altı görüntüleri, denize aşık ve çocukluk yazlarını denizde yüzerek geçirmiş olan beni yeterince tatmin etti. Görsellik bir yana, benim gibi bir müzisyenin müziklere dikkat etmemesi imkansızdı. The Mamas’s an Papa’s’ın sörf klasiği California Dreamin’den Johannes Brahms’ın F Major senfonisine, okyanuslardaki hayat müzikal bir şölene de dönüştürülmüş. Festivalde bu filmi kaçırdıysanız, Başka Sinema gösterimlerinde kaçırmamanızı ve bilakis sinema salonunda yani beyaz perdede izlemenizi öneririm.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder